Aylak Adam’ı aldım, İtalya’ya götürdüm. Sonbahar’ı yazdık yeniden romantik kasabalarda. Ben onu uzaktan izledim. O, Portofino’nun küçücük meydanında tur attı defalarca. Güler’e ya da Ayşe’ye benzeyen yüzler arıyordu sanki. Yatlarıyla gelen birkaç zengin İspanyol kadını dikkatini çekti. Ama kadınların arkasından tekneden inen uzun boylu, yakışıklı, mitolojinin türlü hikayelerinden çıkmış erkekleri görünce ellerini rüzgarlığının cebine sokup meydana doğru yöneldi. Mevsim, turistleri Portofino’ya çekmiyordu artık. Denize kucak açan küçük meydana atılmış masalar bir sonraki sezonu bekliyordu. Uzun bir bekleyiş olacaktı. Kasabanın yaşlı bayanlarına kalmıştı meydan. Kokusunu bırakıp giden yazın gıybetini yapıyorlardı.
Portofino’nun evleri güzeldi, sokakları şıktı. Ama aradığını bulamamıştı Aylak Adam. Trene atladı. Herkesin hararetle bahsettiği, Cinqueterre’ye gitti. Adı gibi, Beş Toprağın, beş kasabasını dolaştı. Önünde yürüyen kadınların bacaklarını izledi. Onları okşadığını hayal etti. Öptüğünü. Kasabaların en güzelinde, Riomaggiore’de kayaların tepesine oturtulmuş restoranın deniz gören masalarından birine yerleşti. Kahve ısmarladı. Garson yüzüne baktı. Birşey söyleyecek sandı Aylak Adam. Garson arkasını döndü, uzaklaştı. Kahvesini bitirdi. Yemeden, içmeden masayı işgal etmesi garsonu rahatsız etti gibi geldi. “Ben paralı bir aylağım. Uzun süre oturabilirim.” dedi sesi duyulur duyulmaz. Su istedi. Bir dikişte içti. Masaya 10 Euro bıraktı. Burada aylaklığını da lâyıkıyla yapmaya izin vermiyorlardı.
Peyman Ünalsın Gökhan