Uzak Bir Köy

kg__3712r-3_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

Yağmur bulutları yavaşça sahneden çekiliyor. Göğü beyaz bulutlar devraldı. Parça parça asılıp kaldılar sonsuz mavilikte. Katmanları arasından güneş ışınları süzülüyor yeryüzüne. Kafamı kaldırıp bakıyorum gökkuşağını görme umuduyla. Başka gözlere değiyor şu anda mutlaka. Üzülmüyorum. Etrafta yeterince güzellik var. Gül yapraklarının üzerinde parıldayan yağmur damlacıkları, kayrak taşlı sokağı baştan aşağıya dolaşan salyangozlar, saklandıkları kuytulardan çıkan bülbüller ve tabii toprak kokusu. Doğa en nadide, en pahalı parfümünü süründü bugün.

İki kanatlı pencereyi ardına kadar açıyorum. Güneşin sıcaklığı dolduruyor odayı. İçerde oturmak istemiyorum daha fazla. Baambrugge’deki son günü doya doya yaşamak istiyorum. Çocukluğun zihinlerde yer eden tatillerinden dönmek zordur. Belki de zamanda yolculuktayım şu anda.

kg__2477_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

Tatil süresini değil, ama son saatlerinden alacağımız zevki uzatabiliriz diyerek bahçeye çıkıyorum. Elma ağaçlarının altındaki beyaz masayı ve iki yanındaki aynı renkli bankları kuruluyorum. Bir bardak kırmızı şarap alıp masaya oturuyorum. Yaşlı Ormanın Gizemi elimde. Orman cinleri ıhlamur ağacının ardından beni gözlüyorlar, biliyorum.  Nasıl biri olduğumu anlamaya çalışıyorlar. Bu yeşilin beni nasıl mutlu ettiğini, huzurlandırdığını fark ettiler bence. Elma ağaçlarının bir dalına bile zarar vermeyeceğime, güllerin birini bile gövdesinden ayırıp, vazoya koymaya kalkışmayacağıma ikna oldular. Taç yapraklarını ışıldatan su zerrecikleri, çiçeklerinin renklerine bulanmış. Bereketli yağmurların ardından, etrafa yayılan gül kokusu, toprak kokusuyla harmanlanmış. Mükemmel bir esans oluyor doğada. Chanel bile bu esansı henüz keşfedemedi.

Kitaba odaklanmakta zorlanıyorum. Beni çevreleyen ormanın gizemini çözmeye çalışıyorum. Yaban kazları uçuyor tepemde. Peşlerine takılmak istiyorum. Kitabımı ve şarap bardağımı masanın üstünde baş başa bırakıyorum. Tahta çitin yanına ulaşıyorum sekiz, on adımda. Toprağa gömülmüş kilidin dilini yukarı kaldırıyorum. Bahçe kapısını açıyorum. Sokak bomboş. Neredeyse günün her saati çok sakin.

kg__3995-4_resize

Baambrugge – KorkutGökhan

Sessizlik mahmurlaştırıyor beni. Bir sıra müstakil evin arka cephesinde dingin akan nehirden, gösterişli renkleri ile dişisinin peşinden yüzen erkek kazların sesleri geliyor. Yalnızlığı sevmiyor onlar da. Köyün sonuna ulaşan yolun yarısındayken ben de bir başınalığı sindiremiyorum içime. Eve dönüyorum. Kocam, yüzünü yıkayan güneş ışınlarının sıcaklığında şekerleme yapıyor. Yanağını okşuyorum. Sıçrıyor uykusunda.

“Son defa köyün sonuna yürüyelim mi?”

Teklifimi hemen kabul ediyor. Çapaklı gözlerle bakıyor bana. O da hüzünlü. Çıkıyoruz. Bahçe kapısına kadar, yola döşenmiş çakıl taşları ayağımızın altında çatırdıyor. Neredeyse tüm köy evlerinin bahçeleri bu taşlarla kaplı.

kg__2271-3_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

Üçgen çatılı masal evleri büyüleyici. Ortaçağ mimarisiyle bizim evimiz de onlardan biri. Beyaz çerçeveli pencereleri açılacak ve Juliette narin elini sallayıp, Romeo’ya öpücük gönderecek.

Sokağımızdaki küçük evlerden birine hayranlıkla bakarken, yaşlı bir kadın beliriyor pencerede. Yüzünün ifadesinden, evini seyrettiğimiz için bize kızıyor mu, bizden ürküyor mu, anlamıyorum.  Varlığı müphem geliyor bana. Düş gücümüzün ürünü olup olmadığı belirsizliğini onunla konuşarak kırabiliriz. El sallıyorum. Kıpırdamıyor. Omuz silkip arkamızı dönüyoruz. Açılan kapıyla, birbirine değen rüzgâr gülünün, ahşap tınılarını duyuyoruz.

“Merhaba!”

Aynı yaşlı kadın, yüzünde belli belirsiz gülümseme ile eşikte duruyor. Konuşmak istiyor belli ki. Köyde görmeye alışık olmadıkları simâları yadırgayan herkesin sorduğu sorularla başlıyor konuşmamız. Nereli olduğumuzu öğrenince bir mutluluk kaplıyor yüzünü. Baambrugge’ye geldiğimizden bu yana, milliyetimizi duyunca yüzünde gülücükler açan ilk kişi. Tatil de miyiz, yerleşmeye mi geldik, merak ediyor. Kahve ikram etmek üzere içeri davet ediyor. Salondan Strauss valsleri çarpıyor kulağımıza. Kocaman beyaz bir kurt köpeği, parkelerde tırnaklarını çıtırdatarak bize yaklaşıyor. Ürküyorum. O da bunu hissediyor. Bacaklarımı koklarken, nefesimi tutmuş bekliyorum. Yaşlı kadın kendi dilinde bir şeyler söylüyor. Köpeğin başını okşuyor. Sırtını dönüp uzaklaşıyor kurt.

kg__3650_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

Küçük, ama ferah bir ev. Az eşyayla döşenmiş. Salon, bir cepheden ön, diğerinden arka bahçeye açılıyor. Pencereler tavandan yere kadar uzanıyor. Ceviz konsolun üzerinde, renkli gözyaşı şişeleri var. Duvarlarda tablolar asılı. Birkaçı aynı ressamın imzasını taşıyor.  Hayran oldukları ressamın adını okumaya çabalıyorum; Edward Hoper. Mavi berjerin dayandığı duvarda Devrim Erbil imzalı bir tablo görüyorum.

“Türk ressam,” diyorum şaşkınlığımı gizleyemeden.

Yarım yamalak Türkçe ile “Evet, benim koca Türk,” diye cevap veriyor.

Evrende sadece yaşlı kadın ve biz kalmışız gibi, birbirimize kanımız ısınıyor. Hemşeri muamelesini hak etmişçesine kolunu sıvazlıyorum. Bizi terasa alıyor. Bir köşede, iki yandan kulplu bakır mangal duruyor. Çocukluğumu geçirdiğim birinci kattaki evimizin balkonunda vardı bundan bir tane. Babamın kuzguni saçlarından yayılan kömürde pişen etlerin kokusunu hatırlıyorum. Değeri bilinememiş çeşit çeşit eşya geliyor aklıma; mine işli yağ lambaları, masif, aynalı kapaklı büfeler, aslan pençeli berjerler, bakır sahanlar, kristal likör takımları. Naftalinli anıların sayfalarında gizliler artık.

kg__3666ar-2_resize

Baambrugge – KorkutGökhan

Nehre bakan teras, saatlerce oyalanabilecek kadar konforlu. Yaşlı ev sahibesi, elinde bir tepsi ile terasa çıkıyor. “Sormadım, ama bu saatte soğuk birer kadeh şarap iyi gider diye düşündüm.”

“Harika!” diyerek bardaklardan birini alıyorum hemen.

Havada kesif bir tezek kokusu uçuşuyor. İlk geldiğimiz gün rahatsız etmişti. Eve dönünce özleyeceğim kokular arasına gireceğini düşünmezdim hiç.

Saatlerce sohbet ediyoruz. Eşi ile tanışmalarını, aşklarının sınır ötesinde nasıl büyüdüğünü anlatıyor. Ailesi, Ertuğrul Bey’in Türk olduğunu duyunca bu ilişkiye müsamahakâr bakmamış. Çok kasırgalar kopmuş. Ama nihayet sevgi galip gelmiş.

Yaşlı kadının misafirperverliği bizi biraz daha bu köye bağlıyor. Artık Baambrugge’de de bir arkadaşımız var. Türk geleneklerine aşina ya, kapıda durup, biz nehrin üstündeki asma köprünün ötesinde gözden yitene kadar el sallıyor.

Gökyüzünde bulutlar alacalı. Günün son ışıklarını bekleyen köyde sükûnet hâkim. Evlerin ışıkları yanıyor birer birer. İş çıkışı sporu ihmal etmeyenler evlerine dönüyor. Onları karşılayan mutlu çocuk sesleri yükseliyor kapıların ardından.

Güneş, yel değirmenlerinin ardında, ovaların ufukla el ele tutuştuğu noktadan veda etmeye hazırlanıyor. O yatmaya gittiğinde, biz uçakta olacağız.

kg__2446_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

 

————————————————

Nemli bir İstanbul sabahına uyanıyorum. Perdeleri açıyorum. Etrafımızı kuşatan gökdelenlerin arasından derme çatma binalarla sıvanmış bir tepe görünüyor. Zirvesini sis bürümüş. Bugün sıcak olacak.

Baktığım yerde Baambrugge’yi görüyorum.

kg__4012_resize

Baambrugge – Fotoğraf KorkutGökhan

Sabah köyü bir sis sarmış. Ona eşlik eden hafif rüzgarda oradan oraya salınan özgür ağaç dalları beşik olmuş üzerlerine yuva yapan kuşlara. Güneş ışınları delmek için uğraşıyor sisten duvarı. Rengarenk çiçekler ilk ışınlarla güne merhaba diyor. Kokuları keskin. Yapraklarına düşen çiğle daha parlak.

Koyunlar, kuzular çoktan otlamaya başlamışlar bile. İnekler rüzgârda dönen değirmenin eteklerine yayılmış ıslak çimleri tadıyorlar.

kg__4136a_resize

Kazlar havalanıyor nehirden. Bir Karabatak kahvaltılık arayışında pusuya yatmış.

Gün taptaze doğuyor. Camları açıp, içeri davet ediyoruz yeni günü.

Özleyeceğiz bu manzarayı.

 

Peyman Ünalsın Gökhan

Bir Veda Mektubu – Leonard Cohen

 

leonard-cohen-1960sKalemi masaya koyup, arkasına yaslandı yaşlı adam. Ada’nın iyot kokusu geldi burnuna. Martıların çığlıkları yükseldi gökyüzünde. Sarışın bir kadın döndü köşeden, kırmızı bisikleti ile. Rüzgarda uçuşan eteklerinin altından biçimli bacakları göründü. Bronz Yunan tanrıça heykeli Hydra’da aşkını arıyordu. Sepetinden sarkan papatyalardan biri düştü tam önünde. Eğildi, aldı yerden. Bir süre baktı ortasındaki sarı kadife topağına. Parmağı ile okşadı dişli beyaz çiçeklerini. Kadının saçlarının arasında düşledi papatyaları.

Deniz fenerine kadar yüzdü adam ile kadın. Soluklanmak için çıktıkları dalgakıranın kayalıklarında şarkılar mırıldandı adam. Sonra öpüştüler. Dudaklarındaki tuzlu suyun tadını duydu yine yaşlı adam. Kadın, geceler boyu özlemini çektiği o dudaklardan dökülen nağmeleri dinledi.

leo-marie

Yaşlı adam masanın çekmecesinden bir albüm çıkarttı. Sayfaların bazılarında o kadını gördü. Birinde iskeleden denize ayaklarını sokan zarif siluet, dönüp el salladı. Şarkılarının ilham kaynağı…

Mektup kağıdının yanındaki, boşlukta sallanırcasına duran ellerine baktı yaşlı adam. Parmakları artık daha inceydi. Yıllar, ona bir ömür boyu yoldaşlık eden o naif ellerini, hoyratça törpülemişti. Epeydir kabullenmişti yaşlılığı. Seksen iki yaş, öyle yabana atılacak bir yaş değildi.

Pekala Marianne, çok yaşlandık ve vücutlarımız ayrı düşüyor. Sanıyorum ki çok kısa bir süre sonra peşinden geleceğim. Biliyorum, ardında, sana öylesine yakınım ki elini uzatsan, elime ulaşabilirsin. Ve biliyorsun ki seni her zaman güzelliğin ve bilgeliğin için sevdim. Fakat bu mevzu hakkında daha fazla bir şey söyleme gereği duymuyorum. Çünkü her şeyi biliyorsun. Ama şimdi… Sadece sana iyi yolculuklar dilemek istiyorum. Hoşçakal eski dost, sonsuz aşk, yakında görüşürüz.”

Yaşlı adam mektubu son defa okudu. Katlayıp, ceketinin cebine koydu. Masanın üzerindeki lambayı kapattı. Ev karanlığa büründü. Odadan çıktı.

 

 

Peyman Ünalsın Gökhan