Kabak Tatlısı

KG__6081axx

Akşama ne giyeceğimi düşünüyorum. Giyeceğim her şeyin yakışacağını biliyorum, ama Halit’in ailesi ile ilk defa tanışacağım. Üstelik de bu yeni yıl yemeğimiz. Halit, “Bu buluşma seni çok kasmasın. Onların yanında kendini rahat hissedeceğinden eminim,” deyip duruyor. Zaten kasılmamı gerektirecek bir durum da yok ortada.

Gardırobun karşısında bir süre dikildikten sonra yeşil, üst tarafı kruvaze kesimli bir elbisede karar kılıyorum. Ağırbaşlı görünmek en iyisi sanki! Kardeşler, damatlar, gelinler varken hepsinin yanında ağabeylerinin evleneceği kadının oturaklı görünmesi önemli.

Telefonun melodisi, Halit’in aradığının habercisi. Geç kalacağını mı bildirecek acaba?

“Canım ben geldim, aşağıdayım.”

“Yukarıda bekliyorum hayatım seni.”

Böyle bir akşamda gelip kapıdan almalı tabii. Zaten iki kiloluk kabak tatlısının tabağını da taşıyamayacağım.

Kapıyı açıyorum. Her zamanki karizması ile telaşlı bakıyor yüzüme.

“Hadi Ayşegül! Çok trafik var. Bekletmeyelim kimseyi.”

“Tamam, tamam! Hazırım işte!”

Eline kabak tatlısı tabağını tutuşturuyorum. Taşıma taraftarı görünmüyor. Oralı olmuyorum. Kabak tatlısını pişirmek bana, taşımak Halit’e düşer.

FullSizeRender

Kapıyı Halit’in en küçük kız kardeşi açıyor. Bir anda etrafımızı müstakbel kayınvalide, kayınpeder, kayınbiraderler, görümceler, elti ve boy boy yeğenler sarıyor.

Deplasmanda yalnızım, ama kuyruğu dik tutuyorum. Yüz elli kişi önünde sunum yapmış insanım ben. Küçük bir aile topluluğu beni ürkütemez.

Kızlar biraz mesafeli duruyorlar. Erkek kardeşi, Halit’in kopyası adeta; hepsinden daha yakın davranıyor bana.

Bu elbiseyi seçmekle akıllılık etmişim. Kız kardeşler yanımda çok vasat kaldı. Bu da öz güvenimi körüklüyor.

Yan gözle Halit’e bakıyorum. Ailesi ile sohbet ediyor, yeğenleri ile şakalaşıyor. Halinden memnun. Benimle gurur duyuyor olmalı. Yemeklerden bahsetmeye başlıyorum. Halit’in annesine dünya mutfağından birkaç tarif fısıldıyorum. Yemek konusunda başarılı olduğumla ilgili kulağına kar suyu kaçırmış oldum en azından. Soru yağmuruna tutuluyorum. Halit bana bakıp göz kırpıyor. Sevgi kelebeği gülümseyişimle karşılıyorum bakışlarını. Alkali diyetten, İstanbul’da son günlerde büyük sükse yapan yeni lokantalara, Milano moda haftasından, yogaya, devlet dairelerindeki kadrolaşmaya kadar her konuyu masaya yatırıyorum. Futboldan bile bahsediyoruz. Erkek kardeşler hayretle, müstakbel görümceler hafif hasetle dinliyorlar.

Tatlı servisi, gecenin sonuna yaklaştığımıza delalet. Daha anlatacak konum vardı aslında, ama tatlı ile geceye beş yıldızlı kapanış yapabilirim. Bol cevizli kabak tatlım masada yerini alıyor. Omuzlarımı dikleştiriyorum. Herkesin beğeneceğinden eminim. Sohbetim kadar, yemek pişirmedeki hünerimle de ailenin kalbine gireceğime inancım büyük. Küçük kız kardeş servis yapıyor. Lezzete övgüler bekliyorum. Cin bakışlı yeğenlerden biri basıyor feryadı:

“Ayşegül Ablaaaa! Ama bu tuzlu!”

Peyman Ünalsın Gökhan

Kadınım Manolyam

aaa KG__6016 2_resize_2

Ressam Ayhan Türker’in tablosundan Peyman Ünalsın Gökhan’ın çalışması

Sensiz rakı sofrası olmuyor be dostum!

Karşılıklı tokuşturacaktık kadehlerimizi, yudumlarken anacaktık sevda sözlerini. Belki birkaç mısra fışkıracaktı en derininden. Sevdiğin yağlı sert beyaz peynir diliminden bir parça, bir parça daha kesecektik. Kavun dilimlerinin arasına sıralayacaktık.

Su gibi akacaktı Güzel kelimeler dilinden… Biraz cesaret, bir yudum nasihat arayacaktım sözlerinin arasında. Kalbimin sevdayla çırpınışını dinletecektim sana.

Bir kadın tanıdım diyecektim. Bahçemin en keyifli köşesindeki, o çok sevdiğim manolyaya benzediğinden dem vuracaktım. Sen kelime oyunlarınla ilmek ilmek çözecektin dilime dolanmış sevgi nağmelerini.

Çalışma odamın küçük penceresinden bahçeye bakınca görürüm her seferinde ruhumu tutuşturan güzelim manolyayı. Gün geçtikçe büyüyen, serpilen gövdesiyle, serin gölgeler yapar yazın kavuran sıcağında. Işık huzmeleri oynaşır yeşil yapraklarında. Farklı tonlara bürünür, büründürür bahçeyi. Altına tik masa koydum. Üç, beş sandalye… Minderli. Geçlere kadar oturuyorum altında. Bazen şövaleyi alıyorum karşıma. Verdiği ilhamla fırçamdaki renkler hikâye oluyor tuvalin üzerinde. Bir bakıyorum hep aynı karakteri yansıtmışım; beyaz, kocaman, narin bir manolya. Yapraklarının yeşili yansıyor bazen çiçeğine. Sarımsı bir yeşil oluyor. Dokunsan dağılıverecek sanki. Uzakta durup seyrediyorum.  Öyle zarif, öyle asil, öyle şahane ki! Işığa koşan pervaneler gibi etrafında döneniyorum. Dokunmaktan ürkerek. Gösterişli başka çiçeklerle, ağaçlarla kıyaslıyorum. Evet, belki hepsi birbirinden güzel, nadide, ama ben ona vurgunum.

Cazibesine kapılıp duymak isterim kokusunu metrelerce öteden. Umarsız bir bekleyiştir her seferinde. Sonra ta dibine kadar yaklaştırıp burnumu, içime çekerim baş döndürücü kokusunu. Kendi içinde saklı bir etkileyiciliği vardır. Doğanın şaşırtıcı nimetlerindendir. Toprağa karışan reçinenin, inci duruluğundaki bir boyunda parlayan ambere dönüşmesi gibidir.

Doğanın harikulade eserlerine hayranlık duyan sen anlarsın beni. Kime anlatsam, “bu adam bir manolyaya tutulmuş. Dengesiz,” derler. Desinler. Beni anlayan anladı. Açamam öyle kolaylıkla kendimi. Birkaç kadeh yuvarlarsam çenem düşer, bilirsin. Ama aslında benim dilim, resimlerimdir. Orada anlatırım sevdamı, gönlümde kopan fırtınaları, küskünlüğümü. Kafamın içinde ne varsa, o yansır tuvale. Ruh halim sakin mi, çalkantılı mı, başımın üzerinde güneş parlıyor mu, yoksa gri bir bulut mu çöreklendi, hemen anlaşılır. Son yaptığım resimleri görmedin tabi. Aşkın bin bir rengi yansıdı onlara. Maalesef platonik. Çünkü evli. Ve mutluluk pırıltıları gözlerinde oynaşıyor. Uzaktan izliyorum manolyamı. Asla benim olmayacak kadınımı.

Biz mahpushane tozu yutmuş adamlarız. Bir karşılıksız aşktan mı arınamayacağız?

Peyman Ünalsın Gökhan