Aşkın Çocuk Hali

KG__0707AA_resize_2

Fotoğraf KorkutGökhan

Meydandaki ulu çınarın gölgesi dibine düşerken kasaba derin bir sessizliğe bürünmüştü. Birkaç miskin, sıska kedi çarşıdaki gölgeliklere sığınmıştı. Asfalttan yükselen sıcak hava, caddenin iki yanı arasında buğulu bir sınır çiziyordu.

Çarşıdan yükselen pide kokuları baştan çıkarıcıydı. Kavurmalı pastırmalı, açık, kapalı, peynirli, yumurtalı pideler geçidi başlıyordu her öğlen olduğu gibi.

Semih bakkal dükkanlarının önünde, alçak tahta taburede oturmuş kitap okuyordu. Ne komikti şu Aziz Nesin! Bazen kıkırdamasına mâni olamıyordu. O zaman kasap Cevdet cigarasının dumanı ardından kısık gözlerle bakıp;

“Ulen oğlum ne gülüp duruyon? Cennette yerini mi gördün len”

“Aziz Nesin bizim evin hallerini anlatmış Cevdet Amca. Ona gülüyorum.”

“Sizin eve mi konaklayıvermiş?”

Semih, kasap Cevdet’in son sözlerini çok uzaklardan bir yankı gibi duydu. Tüm dikkati, sokağın başında görünen Songül’e çevrilmişti. Leylak kokularıyla girmişti çarşıya. Açık kumral saçlarını ensesinde toplamıştı her zamanki gibi. Zarif hareketlerle yürüyor, attığı her adımda ipekli empirme elbisesinin uçları gelincik yaprakları gibi uçuşuyordu. Arkasında renkli bir panayır yükseliyordu. Saldığı coşku, çatlamış tarlalara su, sıcak Yenipazar öğlenine meltem olup esiyordu. Meydandaki Yörük Ali Efe bile Songül’ü izliyordu gözleri ile.

“Atlayamazsın kel Fatma, annen güzel sen çirkin!”

“Korkmuyorum ki! Sadece daha uzağa atlayabilmek için hesap yapıyorum.”

Sekiz yaşındaydı. Arkadaşlarıyla evlerinin iki sokak arkasındaki arsada istiflenmiş toprak yığınının üzerinden bisikletle atlama yarışı yapıyorlardı. Sıra Semih’teydi. Bu atlamayı pek akıllıca bulmuyordu. Ama diğer çocuklar dalga geçecek diye de geri adım atamıyordu. Küçük kalbinden kopan kocaman dualarla koyuverdi kendini tepeden aşağı. Etrafında uçuşan tezahüratları duymuyor, sadece kocaman açılmış ağızlarından avaz avaz bağırdığını anladığı el çırpan çocukları görüyordu. Tekerlekler yere değdi. Bisiklet tekrar havalandı. İkinci kez toprağa temas ettiğinde o kadar hızlıydı ki dengesi bozuldu. Sürüklenerek durdu.  Ve toprağa yan yattı. Yüzüne acıdan bir maske oturmuştu. Tam olarak neresini vurduğunu bilmiyordu. Her yanı ağrıyordu. Çocuklar koşarak etrafını sardı. Yavaş yavaş kulakları sesleri algılamaya başlamıştı.

“Açılın çocuklar! Şöyle kenara çekilin!”

Nihayet biri yardıma geliyordu.

“Ah be Semih! Oralardan atlanır mı hiç? Kuş musun sen? Nasıl oyunlar bunlar?”

Gözünü açtı Semih. Beyaz kanatlarını açmış bir melek görüyordu başucunda. Güneş tam arkasında kızgın lav kütlesi olarak parlıyor, meleğin başındaki hareyi daha belirginleştiriyordu. Songül’dü yanı başındaki. Kollarındaki, bacaklarındaki yaralarla ilgileniyordu. Semih’i kucakladığı gibi arsanın hemen yanındaki kendi evlerine götürmüş, kanayan yaraları oksijenli suyla temizlemiş, tentürdiyot sürmüş, gazlı bezle sarmıştı. Sonrasında süt ve portakallı kek ikram etmişti. Tatları ağzında birleştikçe yüreğinden tatlı nağmeler yükseliyordu. Bu anneye duyulan sevgi gibi değildi. Ya da kardeşe. Bu daha farklıydı. Adını koyamıyordu Semih.

Songül bakkal dükkanına yaklaştıkça Semih’in küçük kalbi yerinden çıkacak kadar kuvvetli atıyordu. Arkasından dükkana girdi Semih de.

“Naber Semih? Tatil nasıl geçiyor?”

‘’İyi Songül Abla’’

“Annen nasıl? Sabah kahvesine uğrayacağım mutlaka. Deyiver annene.”

“Tamam Songül Abla.”

“Hadi oğlum Semih! Songül Abla’nın alışveriş listesine bakıver bakim.”

Semih işe yarayacak olmaktan kıvançlı, Songül’e hizmet edecek olmaktan mahcup listeye göz attı hızlıca. Raftan aldığı küçük yağ tenekesini, makarna paketini, petibör bisküviyi, şeker poşetini fileye koydu. Bir yandan da yakalanmaktan korkarak göz ucuyla Songül’e bakıyordu. Kendinden yaşça büyük birine sevdalandığı için utanıyordu. Ama duygularına ket vuramıyordu. Onu en çok yazın görüyordu dükkanda babasına yardım ettiği için. Kışın da okuldan sonra çeşitli bahaneler uydurup bakkal dükkanına uğruyor, Songül gelir diye oyalandıkça oyalanıyordu. Rüyalarına giriyordu Songül; aynı okula gidiyorlardı. İlk elini tuttuğu kızdı. Yüzüne düşen saçını ilk defa eliyle geriye ittiği kızdı. İki dükkan ötedeki kasetçi Muzaffer Ağabey’in dükkanından dışarıya taşan ‘’sakın dokunmayın bana, rahat bırakın, sürüp gitsin bu rüya, uyandırmayın‘’ diyen şarkıcının sesine eşlik ediyordu kalbinin sesi.

Rafların arasında dolaşırken bunun adının sevda olduğunu düşünüyordu. Utanıyordu düşündükçe. Sınıfta onca akranı varken insan kendinden yaşça büyük birine tutulur muydu hiç? Sınıfta öğretmeni dinlerken dalıp dalıp gidiyordu.

“Ne o Semih, ince hastalığa mı tutuldun yoksa?”

Bir şey söyleyemiyor, başını önüne eğiyordu sadece. Susmanın kabul etmek olduğunu öğrendi ilerleyen yaşında.

“Semih, ablanın işini hallettin mi çocum?”

“Hazır baba.”

Elindeki fileyi tezgahın üzerine koyup, rafların arasına kendi hayal tüneline döndü.

Annesi bayılırdı yaptığı  böreklerden, tatlılardan konu komşuyu da nasiplendirmeye. Semih elindeki tabakla Songül’lerin eşikte beklerken, boncuk boncuk ter dökerdi. Gülen gözleriyle kapıyı açtığında, etrafında uçuşan renkli kelebekleri hissederdi.

“Demek öyle Songül kızım, sizi de geçindiremez oldu bu topraklar. Yavaş yavaş tanıdıklar, eş dost azalıyo buralarda. Herkesler ya büyük şehirlere göçü göçüveriyor, ya da bir yolunu bulup gavur memleketlere. Eee, ne yapcaksın? Doğduğum yer değil, doyduğum yer demişler, de mi yaa?”

“Geldikçe görüşeceğiz Eşref Amca, merak etmeyin sizleri unutur muyum hiç?”

“Biliyorum kızım unutmazsın. Unutmazsın da, işte ne biliyim, hayat gailesi, öncelikleri oluveriyor herkesin. Konu komşu ister istemez ikinci plana kalıveriyor.”

Songül de farkındaydı gidip gelmeleri seyrekleşecek, geldiğinde ancak kendi ailesine vakit ayırabilecekti. Belki de sadece ayaküstü verilen bir selamla geri dönecekti. Ama yaşlı adamcağızı üzmek istemedi. Elini şefkatle sert, kuru elinin  üzerine koydu. Gözleriyle “üzülmeyin,” der gibiydi.

Semih, Songül’ün bu hareketinde bir evladın babasına karşı duyduğu minneti, saygıyı gördü. Yine de kıskançlığına engel olamadı.

Songül ödemeyi yapmış vedalaşarak bakkaldan çıkmıştı.

Semih kendi aşk meselesine dalmışken bir şeyler kaçırmıştı konuşmalardan anladığı kadarıyla. İçinden bir güvercinin havalandığını hissetti.

Peyman Ünalsın Gökhan