Pedal Sesi

Fotoğraf KorkutGökhan

Fotoğraf KorkutGökhan

Her gün kaç kilometre yol yaptığımı bilmiyorum. Uzunluk, ağırlık gibi bir takım ölçülere takılmak istemiyorum. Sosyal statülerin hayatımda yeri yok. Tek saplantım, üstlendiğim işi iyi yapmak…

Günün ilk ışıkları, kanala yansıyan masal evlerinin aksiyle, suda kaleydoskop etkisi yaratırken işe başlıyorum. İki gün üst üste aynı insana hizmet etmek, gökyüzünde asılı yıldızların birbirine ne kadar benzediğini çözmeye çalışmak gibi.

O günkü sahibimle ilk karşılaşmamızda adını, nereli olduğunu, mesleğini hiç bilmem. Birkaç saat sonunda birbirimizi tanımaya başlarız. Günde en fazla kaç kilometre yol yapabilir, ne kadar hızlı sürebilir, trafikte ne kadar dikkatli, bana ne kadar özen gösteriyor, anlarım. O da beni tanır tabii; performansım nasıl, frenlerim iyi tutuyor mu, pedal çevirirken oradan buradan çıldırtan sesler geliyor mu?

Fotoğraf KorkutGökhan

Fotoğraf KorkutGökhan

İnsanların beni görür görmez vurulduğu ilk şey incecik tekerleklerim. Bu incecik tekerleklerle, asfalta hiç temas etmeden gidiyormuş, hatta uçuyormuş gibi yol alınıyor. Merkezden biraz daha uzaklaşmak isteyenlerin en sevdiği şey de bu. Tek tük serpiştirilmiş köy evlerinin arasında, egzoz dumanlarından soyutlanıp, alabildiğine uzanan ovaların içinde sessizliği dinleyerek pedal çevirmek pek çok insanın hayali.

Küçük köylerde, kasabalarda birbirinden güzel evlerin, perdeleri sonuna kadar açık davetkâr pencerelerinden içeriye bakasınız gelir. Bu evler, her an pencereden uzanacak gözler için hep düzenlidir. Gözünüz baktığız odayı daha da güzelleştiren cam vazolar içindeki rengârenk çiçeklere takılır.

Çiçekler demişken aklıma en çok vakit geçirmeyi sevdiğim yer geldi; çiçek pazarı. Bir keresinde Anne Frank’ın evinin önünden İspanyol bir bey almıştım. Turistler, ilk defa görmeye gittikleri bir ülkede, içlerinde heyecanlı serçelerin kanatlarını taşırlar. Oysa Senyor Miguel tüm ruhunu Anne Frank’ın evinde bırakmış gibi bembeyaz bir suratla çıkmıştı karşıma. Amsterdam’a geldiğine bin pişmandı. Müşfik ev sahibi olarak şehrimde en iyi şekilde ağırlamaya karar verdim. Böyle üzgün yüzler, solmuş göz bebekleri görmek beni üzüyor.

Fotoğraf KorkutGökhan

Fotoğraf KorkutGökhan

Senyor Miguel seleye oturduğunda o küçücük bedeninin rahatça istenilen yere götürülebileceğini fark ettim. Pedalları çeviriyordu. Ama gidonun ne tarafa döneceğine ben hükmediyordum. Müzelerden önce görmesini istediğim, onu mutlu edeceğine inandığım yere götürmeye karar vermiştim. Bloemenmarkt’ı seveceğinden emindim. Mis gibi çiçek kokularıyla sarılıp sarmalandığında, öncelikle zarif lâlelere hayran kalacağını biliyordum. Sıcak Akdeniz kanı yeniden damarlarında dolaşmaya başlamıştı. Beni, bisiklet park yerine bırakıp yanımdan ayrıldı. Döndüğünde elinde bir torba dolusu çiçek tohumu vardı. Anne Frank’ın anılarıyla kesişen kendi soyunun anılarının dramatik sarsıntısından arınmış gibiydi. Artık istediği her yere gidebilirdik.

Resim yapmayı sevdiğinden Bloemenmarkt’tan sonra rotamızı Rembrandt Müze Evi’ne çevirdik. On yedinci yüzyıldan kalma müze evden, ressamın kişisel eşyalarını, eserlerini, koleksiyonlarını görmüş olmanın sevinci ile çıktı.

Ben ısrarla gideceğimiz her müze arasına bir cafe, bir halk pazarı katmaya çalışırken, Senyor Miguel önce müzeleri bitirmek konusunda inat ediyordu.

Internet Arşivi

Internet Arşivi

Güne üzgün başladığından, onu daha fazla kırmak istemedim. Afyon kokulu dar sokaklardan geçerek Madam Tussauds’ya vardık. Ben de içeri girebilmeyi isterdim. Sevdiğim rock yıldızlarıyla, devlet başkanlarıyla, aktörlerle fotoğraf çektirmeyi isterdim. Sanki her birini Amsterdam’da ben gezdirmişim gibi… Tahmin ettiğim gibi, eğlenmiş bir yüzle geri geldi.

Yolda bana, kanal gezisi yaparken gördüğü yüzen evleri ne kadar tipik bulduğunu anlattı. Küçücük pencereleri, çiçeklerle süslenmiş renkli dış cephelerinin kanala güzellik kattığını söyledi. Peki ya Amsterdam’ın diğer masalsı evleri? O küçücük kapılardan insanların nasıl geçtiğini, hadi insanları bırakın, taşınırken eşyaların nasıl geçtiğini aklı almamış. Eşya taşımak için binaların çatısında asılı kancadan ve nispeten geniş olan pencerelerden faydalanıldığını anlattım.

Fotoğraf KorkutGökhan

Fotoğraf KorkutGökhan

Heineken Experience önünden geçerken “Hadi, durup soluklanalım” dedi. Bu deneyimi yaşamadan İspanya’ya dönmek istemiyordu. Deneyimi yaşamakla kalmamış, hatta alışveriş de yapmıştı. Yüküm gittikçe ağırlaşıyordu, ama yine de mutluydum.

Artık daha neşeliydik. Birbirimize iyice alışmıştık. Islık çalarak Van Gogh Müzesine doğru yola çıktık. Postempresyonist ressamın Ayçiçekleri tablosu önünde, kulağını Gauguin’in bir tartışma sırasında mı kestiğini, yoksa absente bulanmış bir gece sonunda kendisinin mi kestiği sorusuna cevap aradığını anlattı. Keşke kafamıza takılan bu soruların cevabını, zamanda geçmişe bir yolculuk yapıp, o anı yaşayıp, öğrenip geri dönebilsek.

Stedelijk Müzesi’nden hayranlık ifadeleri ile çıktı.

Bir süre cıvıltılı insan seslerinin aktığı sokağın bir kenarında durduk. Çektiği nefis fotoğrafları gösterdi bana. Zaanse Schans’da gördüğü kadar çok yel değirmenini bir arada görmemiş daha önce. Edam’daki  kış bahçeli harikulade evleri, peynir satan dükkanları, pitoresk kanal manzarasını anlata anlata bitiremedi.

Hava kararmadan görmemiz gereken son müze ise Rijkmuseum’du. Çıktığımızda akşam yemeği için onu kanal üzerinde şirin bir restorana götürdüm.

Yüzündeki hoşnut gülümseme ve hızlı adımlarla yanıma geldiğinde, keyifle yemeğini yediği, ama daha görülecek yerler olduğundan elini çabuk tuttuğu anlaşılıyordu.

Red Light District ayrılmadan önceki son uğrak yerimizdi. Tipik Amsterdam evleri kırmızı neon ışıklarla aydınlatılmıştı ve evlerin sokağa bakan salonları yere kadar uzanan perdeyle örtülüydü. Perdeleri açık olan evlerin odalarında yarı çıplak kızlar oturuyordu. Senyor Miguel bu ilginç görüntüyü de Amsterdam’dan hatıra karelerinin içine eklemeye çalışıyordu ki, fotoğraf çekmenin kesinlikle yasak olduğunu hatırlattım. Bu güzel günü sırf bu yüzden mahvetmek hiç de hoş olmazdı.

Fotoğraf KorkutGökhan

Fotoğraf KorkutGökhan

Hafiften çiselemeye başlayan yağmur, binalardan fışkıran neon ışıklarıyla sokağı daha da ilginç kılmıştı. Senyor Miguel ile yollarımız ayrılacağı için biraz hüzünlenmiştik. Derinden gelen müzik ritmlerine, pedal sesi ve kalplerimizin sesi karışıyordu.

Peyman Ünalsın