
Fotoğraf KorkutGökhan
Trenin çığlığı ile daldığım düşlerden uyanıyorum. Sarı başaklarla kaplı bozkırlara, arkasında yükselen sisli Alplere dikili gözlerim. Düşüncelerim o kadar kalabalık ki, en son hangi virgülde kaldığımı hatırlamakta zorlanıyorum. Hayata bir çığlık da ben göndermek istiyorum.
Arkamda bıraktığım şehirlerin kokusunu duyuyorum hâlâ. Nasıl kazınmışlarsa burnuma, doğrudan şehirlerin imgeleri geliyor gözümün önüne. Sonra seslerini duyuyorum. İtalyanların misafirperverliği, yabancısı olduğum sokakların her bir taşına katıyor beni. Adeta şehirle bütünleşiyorum. Bu liman kentinin mendireği, iskelesi, giden gelen gemileri oluyorum. Kimim ben aslında? Burada ne arıyorum? Hiçbir yere ait değilim. Bunun için de çabalamıyorum. İçimden ne, nasıl geçerse onu yaşamak istiyorum. Dikteler beni kahrediyor. Yalnızlığa itiyor. Birkaç dosttan başka kimseyi aramıyor yüreğim. Hepsinden önce ise çocuğumu… Bizim yarattığımız bir can, hayata tutunmak için bizim desteğimize muhtaç.
“Koltuk boş mu?”
Bakışlarımı manzaradan koparıp sesin sahibine bakıyorum. İnce yapılı kumral adam, Fransız aksanlı İngilizcesi ile kulağımda melodik bir tını bırakıyor.
“Buyurun, boş.”
“Teşekkür ederim.”
Tam karşıma geçip oturuyor. Ellerinden ne iş yaptığını çıkartmaya çalışıyorum. Uzun, düzgün parmakları var. Tırnakları parmaklarına göre çizilmiş gibi, çok muntazam. Onu incelediğimi fark ediyor. Hafifçe gülümsüyor. Tebessümle karşılık veriyorum.

Floransa – Fotoğraf KorkutGökhan
“Tren yolculuklarını seviyorum,” diyor gözlerini ufka dikerek. Koridorda hızla kapanan kapının sesi ile camlı bölmenin öbür tarafında sigara içenlere çeviriyor başını. Konuşmaları duyulmuyor. Sessiz film izler gibi kısa bir süre bakışları üzerlerinde takılı kalıyor. Tren makas değiştiriyor. Sarsıntıyla kendine geliyor.
“Bu ülkeyi de seviyorum. Kendimi evimde, huzurlu hissediyorum burada. Bir yabancı olmaktan öte, bu topraklarda doğmuş büyümüşçesine rahat, kendine güvenen bir insan oluyorum. Siz nerelisiniz?”
İtalya hakkında ortak düşünceye sahip olduğumuzu öğrenmek, kendimi ona yakın hissettiriyor.
“Türk’üm. Yabancı…”
İnsan bazen kendine bile yabancı olmuyor mu? Hele gençlik yıllarında! Kendini tanımak, anlamak için uğraşmıyorsun. Ancak başına büyük bir dert gelirse çözmeye çalışıyorsun içindeki bilinmezlikleri. Her şeyi sorguluyorsun; neden dünyaya geldiğini, ailenle ilişkini, toplumdaki yerini, hayattaki amacını. Bir derdin olmaz ise öylece bırakıyorsun akışına, akıntıda savrulan kayık gibi. Olgunluğa eriştiğinde boşa geçen zamanın tahlilini yapmaya başlıyorsun. Elinden kayıp giden mutluluklara hayıflanıyorsun. Bunlar insanı daha da olgunlaştırıyor. Panikle birlikte gelen yaşlılığın kıymetini anlıyorsun.
“Bir karnavalı yaşar gibiyim İtalya’da. Birbirinden güzel tasarlanmış sokaklar, binalar içinde zevkli insanların yaşadığı… Her zorluğun üstesinden gelebiliriz burada.”

Toskana – Fotoğraf KorkutGökhan
Ölümcül hastalıklar atlatmış şehirler var dünyada. Ve bu hastalıklarla mücadele etmiş insanlar. İşte asıl bu durumdayken anlıyorsun hayatın anlamını, ıskaladıklarını, yaşlılığın ondan çekinmeden yaşanacak bir tadı olduğunu. Bir futbolcu düşünün; yıllarını veriyor bu işe. Sıkı antrenmanlar, belki de hiç arzulamadığı beslenme tarzı, organize bir hayat. Pek çok rakibinin arasından sıyrılıp tam zirveye ulaştığında, beklenmedik bir sakatlanmayla sahalarla vedalaşmak. Hayat oldukça acımasız… Üstesinden gelmek ise bize kalmış.
Kondüktör kompartımana giriyor. Başındaki şapka hafif arkaya itilmiş. Binlerce insanın biletini kontrol etmekten yorgun görünüyor. Yüzümüzde dolaşan bakışları, eline uzattığımız biletlere kayıyor. Elindeki aletle işaretliyor ikisini de. Tam kapıdan çıkacakken, başımızın üstündeki rafta duran çantalardan birini geriye ittiriyor. Aynı anda teşekkür ediyoruz.

Roma – Fotoğraf KorkutGökhan
“Ya gelemezsek? Ya hepten karamsarlığın gölgeleri içinde hapsolmuşsak? Aklınıza gelen çözüm nedir? Pavese’ye hak vermemek işten bile değil.”
“Bu düşüncelerle ta Prag’a gittiğinizi söylemeyin sakın! Sahip olduğu güzelliklere rağmen, Ortaçağ’ın tüm kasvetini omuzlarında taşıyan bir şehir orası. Her gittiğimde, Kafkaesk bir düşünceyle, böceğe dönüştüğüme kendimi inandırdığım o harikulâde şehir. Ve fakat buna rağmen gitmekten asla vazgeçmem. Bu da insanoğlunun, zevk alırken bile acıyı hissedebilme yetisini kanıtlıyor.”
“Bu uzun tren yolculuğunda ne bir böceğe dönüşmek isterim, ne de kompartımanda intihar etmeyi. Bir yabancıyı öldürmek bana daha cazip geliyor.”
Peyman Ünalsın Gökhan
Çok hoş bir tat var yazılarınızda. Yeni bir yazınız olduğunu görünce yüzümde oluşan gülümsemeyi görmelisiniz 🙂 Teşekkür ederim.
BeğenLiked by 1 kişi
Sizin yorumlarınızı okuyunca da benim yüzüme benzer gülümseme yerleşiyor 🙂
Çok teşekkür ederim. Bu yorumlar insanı güzel şeyler yaptığına daha çok ikna ediyor.
Sevgiler.
BeğenLiked by 1 kişi