İkide Bir 5 / Özlemim Kopenhag

Bugün ne yazsam diye düşünüp duruyordum. Beynimi bir ikilemin karasızlığında devinirken buldum. Sonra aklıma bu blogun yaradılış amacı geldi. Gezdiğim şehirlerden bana kalanlarla bir öykü yazıp yayımlamaktı. İlk açtığım yıllara bakarsanız orada öyküleri okuyabilirsiniz. Sonra öyküde tıkanmaya başlayınca kitap sevdamdan yola çıkıp okuduklarımı paylaşmaya başladım.

Bugünkü yazıyı bu yüzden Kopenhag’a adamaya karar verdim.

Vikinglerin şehri. Yürürken yanınızdan upuzun boyu, açık renk saçları ve yakıcı gözleriyle geçen erkekler ve kadınların hepsi mi güzel olur? Hadi abartmayayım, ama çoğu güzel. Alımlı. Güzel giyimli. Atletik yapılı. Sabah, öğle, akşam üzerlerinde taytları, eşofmanları koşuyor, bisiklete biniyorlar. Bisiklet zaten en fazla kullanılan ulaşım aracı. Hollanda’da bisiklet kullanımına rağbet neyse, burada da öyle. Yurt dışına gittiğimizde şehir değiştirmiyorsak her yere yürüyerek en fazla toplu taşıma kullanarak gideriz. Akşam pert olmuş vaziyette otele döndüğümüzde 25-30bin adım atmış oluruz. Nefis sokaklar, şık mağazalar, bahçeler, saraylar, evler… Hepsi etrafımızda bir geçit töreni yapar ki hayranlıktan gözlerimiz yerinden oynar, kalbimiz hop hop eder.

Bir sabah konakladığımız Cabinn City otelden çıktık. Carlsberg Glyptotek Sanat Müzesi’ni, Danimarka Milli Müzeyi geçtik. Hedef ara yollardan nehir kenarına ulaşıp sırasıyla Danimarla Mimarlık Merkezi ve Soren Kirkeegard Meydanı’ndaki Kraliyet Kütüphanesi’ni görmekti. Danimarka Mimarlık Merkezi’nin tam karşısında bir bahçeyi içine alarak çepeçevre dolaşan yatay tek katlı sarı binalar bizi çağırdı. Alçak tahta bahçe kapısından girdik. Sanki bir çiftliğe giriyormuşuz gibi bir his. Ortada ne at var, ne möleyen inekler. Nasıl huzurlu bir ortam. Japon bahçeleri gibi. Bir manolya ağacı şaman ritüeline çağrı yaparcasına bahçeye kurulmuş. Çin Manolyası. Yapraksız, bol çiçekli. Ağaç o kadar büyük ki, bütün avluyu kaplamış. Altında tahta banklar. Burası bir Yaratım Merkezi. Karşısındaki Mimarlık Merkezi için yaratıcı fikirlerin geliştirildiği bir Hub. Kafan patlayasıya düşünüyorsun, düşünüyorsun, üretiyorsun, belki fikir hoşuna gitmiyor ve hoop yeni baştan. Bunaldın. Darlandın. Kimse sana “Hey nereye gidiyorsun? Mesai saatleri içinde masandan kalkamazsın,” demiyor. Biliyor, döneceksin. Asıl özgür bırakmazsa dönmezsin. Alıp kahveni oturuyorsun bu şiirsel ağacın altına. Bir anne şefkati ile seni kollarının arasına alıyor. Çiçekleriyle yüzünü okşuyor. Ruhuna bir dokunuyor… beynin alev almış gibi coşuyor, yorgunluğunu atıyor bir anda. Bir saatin tiktakları atıyor kafanın içinde. Düşünüyorsun. Hatalarını bulup onarıyorsun. Bazılarını kafanın içindeki çöp kutusuna atıyorsun. Aman zarar görmesinler. Belki başka projede çıkarıp, yeniden değerlendirirsin. Çiçeklerin arasından gözüne çarpan nisan güneşi ile bir ışık çakıyor beyninde. Aldığın yönergelere en uygun fikir işte orada! Sana göz kırpıyor. Uçarı ama ayakları yere basan. Kimliğini ifade edebilecek bir fikir. Kafalardaki soru işaretlerine verecek cevapların hazır. Zira o kadar sağlam bir fikir. Derin bir nefes alıyorsun. Dev ağaca sarılıp teşekkür ediyorsun. Sırtında gezinen sıcak okşayışları duyumsuyorsun. Tinsel bir coşku ile vedalaşıyorsunuz.

Biliyorsun ki gri alanda bırakmadığın her soru seni beton basamaklarla yukarıya taşıyacak. Adımların bir gürleme olup tüm bakışları sana döndürecek. Güvenli topraklardasın. Projen alkış alacak. Bu sefer tebrik almasan da üstünü siyah kalın bir gazlı kalemle çizmeyecekler. Bir gün başarabileceğin konusunda onlara yeterince done verdin. Sadece biraz ilhama, teşvike ihtiyacın var. Olacak. Onlar bunu biliyor ve sabırla bekliyorlar. Onlardaki rahatlık senin de ufkunu genişletiyor. Her bakışın bir farkındalık. Bir üreme. Başaramazsan da korkuların seni alt edemiyor. Sen insansın. Ateşi bulan. Resimlerle dünyasını insanlığa açan. Tekerleği, telefonu keşfeden. Demiri döven, ondan kocaman bir kuş yapıp uçuran. Tanrıların kalbini çelen ölümlüsün sen. Aya çıkan. Bilgisayarı yaratan. Küçücük bir toprak parçası uğruna dünya savaşları koparan. Sen kıymetlisin. Kimsenin sana basitçe “aynaya bak ve önce kendini sev” demesine gerek yok. Sen 4,5 milyar yıldır var olan dünyayı bile karbon atıklarınla bitirme gücüne sahip bir canlısın. Gücün tahmin edilemez. Hepsini, hepsini olumlu yaratımlara sarf et.

Bence Danimarka’da herkes bunun bilincinde. Herkes rahat. İnsan, yaratabilen bir canlı, işleyen, ışıldayan. Güven duyuyorlar. Güven buluyorlar. Yüzyıllık Yalnızlık’ta Jose Arcadio’nun Don Apolinar Moscote’ye dediği gibi; “Biz böyle çok iyiydik. Huzurla yaşıyoruz. Seçmeye ihtiyacımız yok.” Çünkü biliyordu seçmeye, seçilmeye başladıklarında pandomim kopacak.

Tabii ki Danimarka’da da seçiyorlar, seçiliyorlar. Ama demokrasinin parlak ışıkları altında.

Güvenle sırtlarını yanaştırdıkları ‘devlet ana’ları var. Özgürce yaşıyor, üretiyor, düşünüyor, konuşuyor, ifade ediyor ve savunuyorlar.

Özgürleştikçe daha çok yaratıyorlar. Ve bu özgürlüğe, devlet dahil, kimsenin sesi çıkmıyor. Aksine teşvik ediliyorlar!

Carlsberg Glyptotek Sanat Müzesi’nin karşısında küçük bir meydan var. Meydanın adı, 1924 yılında, Carlsberg Glyptotek kurucusu Carl Jacobsen tarafından oraya dikilen Dante anıtı münasebetiyle Dante Meydanı oluyor. Meydana ulaştığınızda sizi Danimarkalı heykeltraş Jens Galschiøt’un ‘Fuck Double Morality’ isimli heykeli karşılıyor. Heykel, on yılı aşkın bir süredir meydana yapılması planlanan otoparkı protesto amacıyla Carlsberg Vakfı ile komşulara katılan sanatçının tepkisini yansıtıyor. ‘Şehrin içinde ne kadar çok otopark o kadar çok araç ve kirlilik demek.’ Çevre halkı buna direniyor, bunu protesto ediyor ve birileri on yıldır o meydana dokunamıyor. Zira halk İSTEMİYOR! Bu kadar basit.

Siyah kocaman bronz heykel ve orta parmak havada!!! İç sesim o meydanda bayram etti.

Hedef Kraliyet Kütüphanesi idi. Oradan oraya sıçrayıp biraz dağılmış olabilirim. Sokaklar böyle işte. Girip çıktıkça, göze çarpan bir detay kuvvetle esen bir rüzgârla birlikte alıp sizi uzaklara savurur. Şehrin bir başka ucunda kendinize gelirsiniz. Neyse ki tatilin bitmesine daha var! Bu şehirle ilgili anlatacaklarım daha bitmedi 🙂

Yazıyı yazarken eşlikçimi aşağıya bırakıyorum. Belki okurken dinler ve duygudaşım olursunuz.

İkide Bir 5 / Özlemim Kopenhag” üzerine 5 yorum

  1. yazınızı okuyunca hiç gitmediğim bir şehre özlem duydum o derece şahane anlatmışsınız kendime yaptığım atölyemdeki duvara ilham Merkezi adını verip üretmeme teşvik edecek şeylerden panomsu bir bölüm yapmıştım şimdi o bahsettiğiniz yaratum merkezi beni benden nasıl aldı o şamanik çin manolyasına nasıl bayıldım izniniz olursa çektiğiniz fotoğrafını çıktı alıp ilham merkezime ekleyeceğim ve belki kimbilir gerçekten bir gün o ağacı sarıp sarmalarım niyetimi koydum🪶

    Liked by 1 kişi

    • O kadar mutlu olurum ki! Bu hissi yaratmış olmak, ilham yolculuğunuzda küçük dört yapraklı yonca olmak kulağıma o kadar şahane geliyor ki! Memnuniyetle fotoğrafın çıktısını alıp ilham merkezinize ekleyebilirsiniz. Dilerim en kısa zamanda da o ağacın gövdesine sarılabilirsiniz 🙂 Sevgilerimle.

      Beğen

  2. Uff, ne bilgi dolu, eşsiz bir Kopenhag ve Danimarka güzellemesi. Düşündüm de biz Kopenhag’a gideli tam yirmi sene ol uş. Ağustos sonuydu, mevsim nefisti. Şehir de insanlar da göz kamaştırıcıydı. Sonra bu Dan sevdası dizilerle devam etti. Bir daha yolumuz düşer mi kimbilir..Müziğin sabah okumalarıma eşlik etti. Teşekkürler ve eline sağlık🩵

    Liked by 1 kişi

    • Offf yirmi sene! Epey olmuş. Muhtemelen coknfark yoktur şimdiki hâliyle. Zira Avrupa’da bizdeki kadar çok inşaat sektörüne yatırım yapılmıyor. Ama gerçekten tasarım ve mimari konusunda oldukça etkileyici bir şehir. Müziğin sabah eşlikcin olmasına da çok sevindim 🤗 Yorumun için de ben teşekkür ederim 🥰

      Liked by 1 kişi

    • Offf yirmi sene! Epey olmuş. Muhtemelen coknfark yoktur şimdiki hâliyle. Zira Avrupa’da bizdeki kadar çok inşaat sektörüne yatırım yapılmıyor. Ama gerçekten tasarım ve mimari konusunda oldukça etkileyici bir şehir. Müziğin sabah eşlikcin olmasına da çok sevindim 🤗

      Liked by 1 kişi

OzzY için bir cevap yazın Cevabı iptal et