Boğaz’da Erguvanların Raksı

Süleymaniye Camii - Fotoğraf by KorkutGökhan

Süleymaniye Camii – Fotoğraf by KorkutGökhan

Meltem, yatarken “sabah beni erkenden uyandırır mısın anne?” diye tembihleyen kızının odasına girdi. Odaya, on aydır özlemle beklediği Selin’in kokusu sinmişti. Ciğerlerini doldurdu koku ile. Mürdüm rengi perdeleri açtı. Kızının sıcacık yanağına bir öpücük kondurdu. Saçlarını okşayıp: “Selin’ciğim hadi kalk canım,” diyerek kızına seslendi. Aklına küçük bir kızken, sabahın karanlığında okula geç kalmaması için defalarca “hadi” demesi geldi. O zamanlar kızıyordu akşam daha erken yatmıyor diye. Anne serzenişleri. Güldü.

Selin yatakta gerinerek kollarını annesine doğru uzattı. Meltem de artık yatağın içindeydi. Birbirlerine sarılıp, eski günlerdeki gibi yatak keyfi yaptılar kısa bir süre.

“Dışarıda kahvaltı yapacaksak elimizi çabuk tutalım canım. Günü kaçırmayalım.”

Martılar - Fotoğraf by KorkutGökhan

Martılar – Fotoğraf by KorkutGökhan

“Hadi o zaman.”

Selin banyoda yüzünü yıkayıp, dişlerini fırçalayana kadar Meltem de cep telefonundan boğaz motor saatlerine baktı. Kabataş’tan Rumeli Hisarı’na motorla gitmeye karar vermişlerdi.

Fotoğraf makinelerini ve çantalarını alıp, Cihangir’in hâlâ mahalle havasını koruyan sokaklarına atıldılar.

Kabataş’a bağlanan merdivenlerden inerken, Selin Barcelona’daki günlerinden bahsediyordu annesine. Okul çıkışı Park Güell’e uğradığını, parkın girişindeki Gaudi’nin ilginç formlu evlerine bakıp, kafasından masallar uydurduğunu anlatıyordu. O komik yapıların yanında kimi zaman kendini çok yalnız hissettiğini söylemedi.

Küçükken de yaşıtlarına göre olgun bir çocuktu. Annesi çalıştığından, eve, boynuna astığı anahtarla girer, kendi kendine yemek hazırlar, derslerini yapardı. Barcelona’ya okumaya gitmek istediğini ilk söylediğinde Meltem ile Cengiz birbirlerine bakmışlar ve sessizce anlaşmışlardı; kızları tek başına yaşayabilirdi.

Amcazade Yalısı – Fotoğraf by KorkutGökhan

Selin merdivenlerin tam ortasında durdu. Binaların arasından görülen manzaraya bakıp, birkaç kare fotoğraf çekti. İki yanağında derinleşen gamzelerini göstererek annesine güldü.

“İşte bu manzarayı çok özlemiştim.”

Altın parıltıları saçan kumral saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Merdivenlerden inerken saçları başının arkasında bir sağa bir sola sallanıyordu. “Küçük bir kız gibi” diye düşündü Meltem. Annesinin birkaç basamak önüne geçti.

“Dur dur anne! Sakın kıpırdama. Bana bak ve gül.”

Meltem, kızının yokluğunda hissettiği derin boşluğu çoktan unutmuştu. Geri dönene kadar da bunu düşünmek istemiyordu. Kızı can yoldaşı, arkadaşı olmuştu hep. Selin büyüdükçe, Meltem’in minyon yapısı onları, anne-kızdan çok, abla-kardeş gibi gösteriyordu.

Kâh manzarayı seyredip, kâh fotoğraf çekerek iskeleye vardılar. Motora bindiler. İskelenin yanındaki simitçiden martılar için kahvaltılık aldılar. Motor hareket eder etmez, Selin simitlerden küçük parçalar koparıp motorun arkasındaki köpükleri izleyen martılara atmaya başladı. Kahvaltılıklarını, denize düşmesine ramak kala gagasıyla yakalayan becerikli, hırslı martıları çocuklar gibi eğlenerek izliyordu. Bu an’ı dondurmak isteyen Meltem de Selin’in fotoğraflarını çekiyordu.

Erguvanlar - Fotoğraf by KorkutGökhan

Erguvanlar – Fotoğraf by KorkutGökhan

Kız Kulesi zamana ve boğazdan gelen akıntılara karşı koyan güçlü yapısıyla denizin ortasında, arkasına güneşin ilk ışıklarını almış buğulu bir masal mekânı edasıyla duruyordu. İşlerine deniz yoluyla gidip, güne iyot kokusuyla başlamayı tercih edenler, şehir hatları vapurunda çay ve simit birlikteliğinin tadını çıkarıyordu. Hiç uyumayan şehirde hayat son hız akıyordu.
Selin ve Meltem oturdukları sert koltuklarda arkalarına yaslanmış, şehri izliyorlardı meraklı gözlerle.

Ametist taşları gibi boğazın sırtlarında parlayan erguvanları görünce içi mutlulukla doldu. “Şu erguvanlar da olmasa, boğaz birbirinden farklı, şekilsiz binalar mezarlığı olacak. Değil mi anne?”

Erguvan - Fotğraf by KorkutGökhan

Erguvan – Fotğraf by KorkutGökhan

“Boğazı her geçişimde, imrenilecek çok az şeyi kalan manzaraya bakıp kahroluyorum. Bu mevsim en şaşalı günleri yaşıyor Boğaz. Baktıkça bir kere daha tutkunu oluyorum. Ama dediğin gibi eski görkemini yitirmeye başladı. Yehuda’dan utanıp moraran erguvanlar, bir daha asla ilk beyazlıklarına dönemeyecekler. İnsanoğlunun yok etmeye devam ettiği doğanın utancını da çiçeklerinde saklıyorlar. Yaşam alanları daralıyor. Nesli tükenen diğer canlılar gibi, gün geçtikçe azalıyorlar. Doya doya seyret canım.”

“Bütün görüntüyü zihnime kaydettim, merak etme anneciğim. Çiçeklerinin ömrünün bu kadar kısa sürmesi de onları daha değerli yapıyor bence. Tatili ayarlayamayacağım diye ödüm koptu. Bir yıl daha bu manzaradan uzak yaşayamazdım.”

“Benden çok, boğazın erguvanlarını özlemiş benim kızım.”

“Daha neler anne!”

Ana kız gülüştüler. Meltem kızının omuzuna kolunu atıp, onu kendine doğru çekti. Saçlarını öptü.

Mor Salkımlar - Fotoğraf by KorkutGökhan

Mor Salkımlar – Fotoğraf by KorkutGökhan

İstanbul’un en güzel mevsiminde, şehrin en büyüleyici noktalarından birindeydiler. Erguvanların renklendirdiği boğazın güzelliği ile büyülenirken, şehrin sokaklarını saran mor salkımların baygın kokusu ile tütsüleniyorlardı.

Güzel bir gün onları bekliyordu.

Peyman Ünalsın

Yorum Yapın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s