VEBA GECELERİ – Orhan Pamuk

Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere okuma ve okuduğumu tanıtma süreci epey uzun sürdü.

Temmuz’da başlayıp, Eylül ilk haftalarına kadar elimde aksesuar, aklımda hep bir meşguliyet oldu. Neler gördü bu okuma serüveni; orman yangınları, sel felaketleri, bunaltıcı sıcaklar, kuraklık, babamın zihin bunalıklığı, düşmeleri, büyük halayı kaybımız, kayınvalidemin düşüp başını yarması…

Pandeminin orta yerinde veba korkuları yaşattı. Tanıdığım en sevimli fareler Mickey ve sevgilisi Minnie Mouse ile kediyle oynayan fareye en güzel örnek olan Jerry’dir. Bunların dışında kalan fareler beni korkutur, tiksindirir. Covid-19 tehditleri devam ederken Minger Adası’ndaki veba tellalı fareler de korkularımı ikiye katladı.

Yaz sıcakları tahammül sınırlarımı zorlarken elimde buz gibi kavunlu votkamla sıcak kumlara uzanıp “veba da neymiş, dış mihrakların oyununa gelmeyelim sakın,” demesini beklediğim Vali Sami Paşa düşüncelerimi ters köşeye çarpıp karantina için kollarını sıvamıştı bile. Ben ise kurak bir Meksika kasabasında, nemli rüzgarın savurduğu kuru ot tomarının ayaklarına dolanmasıyla, zaman mefhumunu yitirmiş, daldığı siestadan sıçrayarak uyanan yapış yapış terli bir Meksikalı gibi, suratımı örten geniş kenarlı kocaman şapkamı geriye itip, bir gitarın tellerinde yankılanan Morricone melodisi eşliğinde okuduğum yerden devam ediyorum. Komutan Kâzım yeni Minger Devleti’ni kurmuş, balkondan halkını selamlamaktadır.

Anlatıcı tarihçi Mina Mingerli’nin, Osmanlı’nın 33. Padişahı V.Murat’ın kızı Pakize Sultan’ın Minger Adası’ndan ablasına yazdığı mektuplardan derlenerek yazdığı romandır. Söylerken bile roman içinde roman duruşuyla, gerçek ve kurgunun griftliğini tasdikliyor. Mina Mingerli, Mina Urgan’a âtıfta bulunurken Pakize Sultan tamamen Pamuk imajinasyonu bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Minger Adası, Orhan Pamuk’un uzun yıllar üzerinde yaptığı çalışmalarla, Akdeniz’de mitolojik bir ada gibi suyun üzerinde bitiveriyor adeta. Kalesi, meydanı, vilayet binası, sokakları, esnafıyla bir ada doğuruyor. İç içe yaşayan Müslüman, Hristiyan ve Ortodoks halk, adada baş gösteren veba sorunu ile kâh ona inanarak ve korkarak, kâh inanmadan, vurdumduymazlıkla direnmeye çalışır. Salgınla mücadele için saraydan görevli olarak gönderilen Bunkowski Paşa, tarihin gerçek kişisidir. Romanda bir cinayete kurban gider. Onun yerine Doktor Nuri atanır ve eşi Pakize Sultan ile Minger’e yerleşir.

Komutan Kâzım ise karantinaya karşı olan ayaklanmacıları bastıran ve Minger Devleti’ni kuran kahraman olarak çıkar karşımıza. Hayat hep talihsizlikleri sürmez önümüze. Bir yanda salgın, karantina, ölümler, sokakları kuşatan kanlı fareleri okurken diğer yanda aşkın soluksuz bırakan ince duygularını yaşarız. Komutan Kâzım ile karısı Zeynep’in aşkı veba çölnde açan çiçek gibidir okur için.

Gerçekle kurmacanın sınırları şeffaflaştıran birlikteliğini upuzun cümlelerle anlatmış Pamuk. Zaten yerlerde sürünen okuma konsantrasyonum hepten uçtu gitti. Cümlenin başıyla sonu arasında, bilmediğim bir Minger sokağında yittim gittim. Bol bol edilgen cümleler, çokça kullanılan “ve” bağlacı…

Belki ruh halimden kaynaklı ama ben bu kitabı Benim Adım Kırmızı kadar sevmedim.

Ne Okuyorum

Orhan Pamuk yaşadığı dőnemden 400 yıl őncesini anlatmış Benim Adım Kırmızı’da. Son derece başarılı tasvirler beni karlı 1591 yılının Istanbul’una gőtűrdű. Nakkaşların dűnyasına kocaman bir pencereden baktım. Osmanlı saraylarının gizemli entrikalarına karıştım. Farklı karakterlerin ağzından yazılmış bőlűmlerde Pamuk’un kıvraklığına hayran oldum. Cinsiyet, yaş, statű farklarını çok net, temiz ve karakterin kişiliğinden ődűn vermeden, okurun dikkatini dağıtmayacak şekilde betimlemiş. Nakış ve nakkaşlarla ilgili bilgileri kurguya o kadar iyi yedirmiş ki didaktik hiçbir satır okumadım.

Romanın başarısı, aldığı ődűller ve en çok dile çevrilen Orhan Pamuk kitabı olmasıyla da tasdiklenmiş.

2017 yılında aldığım ama okuması bugűnlere nasip romanı #bizimbuyukchallengeimiz ın 10.maddesine ithaf ediyorum.

Peyman Űnalsın Gőkhan