Rutin Dışı / 2: Sanata Tutunmak

Rutin Dışı’nın bu haftaki ikinci yazısını haftanın yoğunluğu beni paralize etmeden hemen yazmak istedim. Üçe Allah kerim diyerek 🙂

Aslında bu hafta sonunu ev işi, pazar alışverişi yapmadan sadece kendime ayırmak istedim. Cumartesi tam da dilediğim gibi oldu. Önce Rutin Dışı yazısı, ardından Mikroscope.com için yazdığım kısa öykünün yenisi derken arkama yaslanıp derin bir ‘Oh’ çektim. Ne kadar olduğunu bile hatırlamadığım kadar uzun zamandır ilk defa kendime adanmış bir gün. Sonra alt katta oturan kayınvalideme kısa bir ziyaret, bir kahve, bin hikâye ve akşam kuzenle balkon sefası. Cumartesi gibi cumartesi.

Bu sabah erkenden kahvemi, kitabımı alıp balkona kuruldum. Kahve bitesiye Leylak Dalı’nın hediyesi Ruhlar Evi’nden birkaç sayfa okudum. Sonra bilgisayar başına geçtim. Rutin Dışı yazmaya niyetli ruhdaşlar kaleme klavyeye sarıldıkça dökülen yazıları okumak o kadar iyi hissettirdi ki bir anda başlayan yağmur, havaya karışan toprak kokusu… bu yılın bambaşka bir dönemine adım atmışçasına kıpır kıpır bir duygu ile kucaklandım. İçimden ığıl ığıl bir mutluluk aktı.

Sonra aklıma geçen ay gittiğim, Sumru Yavrucuk’un tek kişilik oyunu Shirley Valentine geldi. İngiliz oyun yazarı Willy Russel’ın tek karakterlik oyunu, Liverpoollu işçi sınıfından bir kadının rutinler üzerine kurulu yaşamından bir kesiti anlatıyor. İki çocuk yetiştirmiş, saçını evi, ailesi için süpürge etmiş Shirley Valentine sinir krizinin eşiğine yaslandığında bir arkadaşının birlikte tatile gitme teklifine kararsız kalsa da evet der. Ve özgürlük! Erken kalkmak yok, evde yemek yokmuş düşünmek yok, çamaşır, ütü, ah hele o toz almak yok mu, insanı tüketen işlerin hiçbiri yok. Deniz, kum, güneş.

Oyun 1989’da beyaz perdeye de uyarlanmış. Sumru Yavrucuk’a çok yakışmıştı bence bu karakter. Hem yönetiyor hem oynuyor. Uzun zamandır da sahneliyormuş. Bazı yorumlardan da ortaya çıkan, gündeme göre doğaçlama da yapıyormuş sanatçı. Daha önce izleyenlerin aktardığına göre bazı replikler yokmuş meselâ. Bazı yorumlar Yavrucuk’un abartılı oynadığı yönünde. Ben abartılı bulmadım. Enerjik buldum. Tek kişilik oyunları izlemesi zor olabiliyor. Oyuncunun bir rolden diğerine geçişi yoruyor. Sıkıyor. Ben hiç sıkılmadım. Uyuduğum tek kişilik oyunları bilirim. Sanatçısı ne kadar iyi olursa olsun.

Nerden aklıma bu oyun geldi diyeceksiniz. Epey uzun zamandır bu oyunda güldüğüm kadar gülmedim. Karnım kasıldı, gırtlağım neredeyse yırtıldı. Nasıl bir gülmek! Dolu dolu. Avaz avaz. Kahkahalarla. Oysa ortaokul, lise çağlarında güldüğüm, çok ve hep güldüğüm için azarlanan ve değişik bir kadın olan İngilizce hocam tarafından sınıftan çıkartıldığım bile oldu. Gülmek güzeldir. Gülmek mutluluktur. Gülmek sağlıktır. Şifadır. Gülmek bulaşıcıdır. Ha bir de esnemek bulaşıcıdır :))

Şimdi gülmüyor musun? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Yoo, yine gülüyorum. Belki eskisi kadar sık değil. O zamanlar çocuktum, gençtim. Dert, tasa, keder yoktu. Büyüdüm. Benim için kederlenenlerin, tasalananların elinden aldım bu sorumluluklarını. Şimdi ben elimden geldiğince onları güldürmeye çalışıyorum. Bazen gizli gizli köşelerde ağlarken.

Eğitim, görgü başka bir şey. Matematik, fen, kimya, fizik, edebiyat ne kadar öğrenmiş olursa olsun, insan aynı oranda eğitim almış sayılmıyor. İstanbul’da her etkinlik her kesimin harcı değil artık maalesef. Bilet fiyatları aldı başını aya çıktı. Uzan uzanabilirsen. Keşke pek çok insan ulaşabilse. Sanat öğretisinden faydalanabilse. Ufku açılsa. Vizyonu genişlese. Yanlış intibalardan arınsa. Bakış açısı değişse. Sanata değer veren insanlardan bahsediyorum. Yoksa bir salona girip, kendisine telefonların kapatılması, oyun esnasında çekim yapılmaması söylenip de duymazlıktan gelen insanları kastetmiyorum. Onlar sanatın yüceliğini kavrayamamışlar. Sanata, sanatçıya saygıyı bilmeyenler. O akşam yine aynı ricalarla oyun başladı. Sonra bir noktada Sumru Yavrucuk “Niye çekiyorsun? Sana söylüyorum, evet sana. Eve gidip yine mi seyredeceksin? Burada seyret,” dedi. Hak verdim. Zaten oyun başlamadan hatırlatma yapılmış. Neden bu ısrar? Sanatçının konsantrasyonunu bozarım düşüncesi sıfır. Empati olmadığından. Bence Türk insanının, öğretimli, eğitimli fark etmiyor, genelinde empati yok. Bazen ben de akışa kendimi bırakıyor olabilirim. Bir boşluk ânı, stres yüklü gün beni kendime hapsediyor olabilir. Ama elimden geldiğince duyguları anlamaya, özümsemeye çalışıyorum.

Aslında bunlar hep aile denen o en küçük, en kıymetli toplulukta öğrenilen değerler. Eminim burada yazı yazan güzel kalpli kadınlar büyürken mutlaka ailelerinden kibritle, çakmakla, ateşle oynamanın tehlikeleri hakkında caydırıcı hikâyeler dinlemiş, ikazlar almıştır. Kendi çocuklarına da mutlaka bir defa bundan bahsetmiştir. Çünkü çocuklar meraklıdır. Araştırmacıdır. Kendi kendilerine deneyler yaparlar. Erkek kardeşim karıncalar için annemin parfümlerinden ilaç yapardı meselâ 🙂 Kardeşimin, parfümleri şakır şakır karıncaların üzerinde deneyeceği annemin aklına gelmemişti!!! Son günlerde gördük ki, kastî yapılmışların dışında, bu ikazlara maruz kalmamış, söndürülmeden doğaya atılan bir sigaranın, boş şişenin koskoca ormanı yok edebileceği, insan dahil, canlıları öldürebileceği öğretisini edinmemiş insan silsilesi ile çepeçevre sarılmışız.

Nerden nereye! Rutin dışı, rutin içi, konu dışı, konu içi… Velhâsıl kelâm gündemden uzaklaşmak sanatla mümkün. Bir tiyatro oyunu, bir film, bir kitap, sergi… Aklımıza mukayyet olmamız, ruhumuza sahip çıkmamız lâzım. He bir de böyle kolektif projelere katılmak!

Herkese enerjisi, kahkahası bol bir hafta diliyorum!

Rutin Dışı / 2: Sanata Tutunmak” üzerine 12 yorum

  1. En son ne zaman bu kadar içten güldüm, hiç bilmiyorum. Belki de en çok oğlumun komikliklerine… Kahkahanızın hiç eksilmediği günleriniz olsun. Bu arada microscope’daki yazılarınızı takipteyim. Ellerinize sağlık, keyifle okuyorum.

    Liked by 1 kişi

    • Bizim oğlumuz artık epey büyüdü. Hep çok ciddiyiz ama çevredeki çocuklara biz de çok gülüyoruz. Hepsi güldürdükleri kadar gülsünler, bahtları açık olsun. Microskope takibinde olduğunuzu duymak da çok mutlu etti. Sizin de okuyan gözlerinize sağlık. Sevgilerimle 🥰

      Liked by 1 kişi

  2. ‘Kendine adanmış bir zaman’ beni vuran cümle oldu ne kıymetli insanın bir gün bile olsa  kendine vakfettiği bir zamanının olması..Balkonda bir kahve keyfi kadar sade  bir zaman dilimi kitap okuyup bir yazıyla dinlendiğinde  insanın ona iyi gelen şeyleri hatırlaması ve bunun sanat olması❣️bedenin rahatlaması bu zorbalık dolu dünyada gevşemek, sanatla ne şifalı.  Buyüzden bence de herkesin sanata ulaşımı kolay olmalı ki sanat bizi tutsun güldürsün düşündürsün sağaltsın..Bir güncük olsa da bu rutin dışı zamanın iyi hissettiren hali yoğun haftana umarım yayılır🙏🏻 Bu yazı sayesinde bizlere de hatırlatıcı olsun sanata tutunmanın iyiliği ve dilerim kendine ait bir oda’lık zamanlarımız bol olsun

    Liked by 1 kişi

    • Sevgili Özge, Daha çok ve daha sık olsa bu kendimize adadığımız zamanlarımız. Keşkemsi bir cümle oldu ama öyle… Rutinlerimiz o ânlarımızla aramıza set çekiyor. İstem dışı, zorunlu. Yine de buna şükür diyorum. Seyrek sepelek de olsa ‘kendine ait bir oda’lık zamanları kutsanmış addediyorum. Belki de emeklilikte daha çok olur! Hepimiz için dilerim :))

      Liked by 1 kişi

  3. Shirley Valentine’i pandeminin ilk aylarında online izlemiştim. Biz parayı verip bileti alıyorduk, oyuncu gelip sahnede canlı oynuyor, biz de onu bilgisayardan izliyorduk. Dirmit, Babamı Kim Öldürdü, Balerin ve adını hatırlayamadığım birkaç oyunu da o şekilde izlemiştim. Hatta Kardeş Türküler konserini bile ama işte konser olmuyordu, coşku yoktu zira. Severim Sumru Yavrucuk’u ve o tiyatroda video çekme olayına sinir oluyorum. Otur izle işte ya niye çekiyorsun, götürüp bir yana atacaksın telefonu bakmayacaksın bile. Zaten Köroğlu’nun dediği gibi akıllı telefon icat oldu, mertlik bozuldu 🙂

    Sizin aksinize benim bugün paldır küldür bir günümdü zira Umut bizdeydi ve akşam gittiklerinde pert durumdaydım, hala da öyleyim ya. Yazı falan yazacak halim kalmadı. Hoş bu yorum da yazı kadar oldu ya, en iyisi sevgilerimi yollayıp kaçayım…

    Liked by 1 kişi

    • Her daim sizin sanatla olan ilişkiniz beni hep mest etmiştir. Kendim bunca oyuna, filme, sergiye gidiyormuş gibi. Belki bir telefon konuşmamızda da dile getirmişimdir ama takdirlerimi bir kere daha gönderiyorum.
      dediğiniz doğru; sonra gün gelecek Çöp Kutusuna taşınacak o video. Çekmeye ne hacet!
      Umut’un enerjisi bol olsun:)) Emre daha bebekken işe başladığımda bir süre annem ilgilenmek zorunda kalmıştı. Kadıncağız akşam eve gittiğimde ipleri kesilmiş kukla gibi koltuğa yığılıp kalıyordu. Ama şimdi konuştuğumuzda Emre ile paylaştığı günlerin pek güzel olduğunu anlatır durur. İyi dinlenmeler ve sevgiler 🙂

      Beğen

  4. Avaz avaz, dolu dolu, kahkahalarla gülmene çok imrendim. Ne zor bulur olduk bu içten ve teklifsiz kahkahayı. Dönünce oyunun peşine düşeceğim.
    Ve oyuncunun oyundan çıkıp birden seyirciyi uyardığı kısımda yerin dibine girdim. Ayy! Nedir bu başkası adına utanmak, darlanmak yahu? Ar denen şey kalmadı, haklı kadın. Akıllı telefonlar hayatımızı çok değiştirdi. Ben bağlantıda tutan halini seviyorum ama sınırlarla ilgili çok öz disiplin ve iyi muhakeme lazım. Bugünkü Murat Sevinç’in Diken’deki yazısını okurken de hep başımı onaylaya onaylaya salladım, aynı senin yazını okurken olduğu gibi. Eline sağlık.🩵

    Liked by 1 kişi

    • Ah Neslihan! Hepimiz -bizim gibiler yani- aynı durumdayız. Oyuna annem ve iki kız arkadaşımla gittim. Oyundan çıktığımızda hepimizin ortak yorumu bu kadar gülmeyeli ne kadar çok olduğu ve gülmeyi özlediğimizdi.
      Niye biz böyleyiz gerçekten? Neden üstleniyoruz? Ve neden onlar utanmıyorlar? Murat Sevinç’in yazısına da göz atacağım. Merak ettim. Ama önce Rutin Dışı yazarlarını okuyacağım :))
      Artık serinleyen İstanbul’dan sevgiler 🙂

      Liked by 1 kişi

  5. özellikle bekledim günün kahveli saatinde okumak için yazıyı, sanata tutunmak kelimelerine bırakmayı seçtim kendimi..önce okudum sonra müzik eşliğinde bağlantıdaki yazıya gittim 🙂
    filmi not ettim..sumru yavrucuk eskiden bu yana çok beğendiğim oyuncu, bazı rolleri sadece o oynayabiliyor sanki benim kafamda öyle bir yeri var..oyunu izlemedim ama tahmin edebiliyorum onun tavırlı halini 🙂
    kahkahalarla gülmeyi hala arada yapsam da o lisedeki kramplı iki büklüm olmalı haller maalesef pek ender oluyor..olsun diyelim..
    oh çok iyi geldi yazı 🙂 teşekkürler..

    Liked by 1 kişi

    • Sizin de yorumunuz pek iyi geldi :)) Ruhdaş blogdaşların yazıları ayrı keyif, yorumları okumak daha başka keyif! Günün tüm stresini sünger gibi emdi valla! Bende Sumru Yavrucuk’u hep beğenmişimdir.
      Şu aralar estetikli hâline gözüm pek alışamadım ama sanki bir nebze daha iyiydi bu oyunda. Ayak üstü kadınsal muhabbetlere de dokunmadan edemedim. Hepsi ruhumuzu besliyor, napalım :))
      Sevgiler ve çiçek.

      Beğen

  6. Balkon fotoğrafına içim gitti ❤ mikroscope.com için yazdığınız yazıyı da okudum, çok beğendim. Dergiden bihaberdim, sayenizde izleyeceğim. 🙂

    Sumru Yavrucuk bu oyunu İzmir’ de sergileyince gidip izledim, performansı çok iyiydi, enerjisini seyirciye geçirdiği, keyifli saatler yaşamıştık. Maalesef izleyicinin de, normal yaşamını sürdüren herhangi biri de telefonla yaşadıklarını sosyal medyaya aktarmak gibi bir hevese sahip her daim. Oysa an içinde bulunmanın ne demek olduğunu bir farkedebilse insanlık!

    Liked by 1 kişi

    • Bir zamanlar Ada manzaralı balkonumuz şimdilerde devasa apartman manzaralı oldu 😦 Ama yine de her sabah balkon keyfi yapıyorum. Üç mevsim :))
      Mikroscope’a kısa öyküler gönderiyorum, göndermeye çalışıyorum. Edebiyat, güncel sanat konusunda epey zengin bir mecra.
      Sosyal medya günceli takip etmek için iyi güzel de dediğiniz gibi bazı paylaşımlar çok yersiz, çok gereksiz, buram buram kişisel reklam, bilgi kirliliği, gençleri yanlış özendirme içeriyor. Teknoloji evt kaçınılmaz gerekli ama bazen de tehlikeli. Ve evet insanlar bir etkinlikteyken nasıl öze odaklanabiliyorlar ki? Çekim yaparken çok zor geliyor bana. Ya da ben fazla geçkinim bu mecralar için :))

      Beğen

Yorum Yapın