KERVAN YOLU

 

KG__6528.jpg

Taraklı – Fotoğraf KorkutGökhan

Tepenin üzerindeki kayaya oturup vadiyi izlerdi her gün yaşlı adam ve çocuk. Sislerin arasından görürlerdi kasabaya girip çıkan kervanları. Zaman zaman her ikisi de suskunluklarına gömülüp saatlerce konuşmadan uzaklara dalıp giderdi. Sonra anlaşmış gibi aniden çocuk ayağa fırlar, ellerini dedesine uzatır, kalkmasına yardım ederdi. Yedi yaşında, olduğundan daha güçlüydü. Damarlarındaki Çerkez kanı, içindeki, kuzguni yelelerini uçurarak koşan küheylanı çıkarıyordu ortaya. Çok iyi ata  biniyor, hedefini ıskalamadan, ok atıyordu. Sınıfta okumayı ilk söken olduğundan, dedesi bu yaz onu Sünnet Gölü civarında avlanmaya götürmeye söz vermişti. O gün yaklaştıkça heyecanı çığ gibi büyüyordu.

Taraklı - Photo KorkutGökhan

Taraklı – Fotoğraf KorkutGökhan

Tepeden aşağı inip, Çakırlar Konağı’nın önünden meydana vardılar. Başındaki keçeden yapılmış şapkasını eliyle tutarak, çeşmeye koştu. Dağlardan gelen buz gibi sudan içti. Dedesi kendisine yetişmişti bile. Küçük elini, dedesinin nasırlı, büyük eline teslim etti. Sıcaklığı ona güven veriyordu. Peşlerine takılan kasaba köpekleri olduğu halde konağa vardılar. Açık pencerelerden, beyaz işli perdeler uçuşuyordu. Kapıyı açıp “Biz geldik!” diye seslendiler. Tabak çanak tıngırtısı arasından ninesinin sesi duyuldu mutfaktan; “Hoş geldiniz! Yemek beş dakikaya hazır.” Dede ile torunu bunun “hemen ellerinizi yıkayıp sofraya oturun” demek olduğunu iyi bilirlerdi.

IMG_8259

Çakırlar Konağı – Fotoğraf PeymanÜnalsınGökhan

Ayakkabılarını çıkartıp, sahanlıkta yan yana duran terliklerini giydiler. Çocuk ahşap merdivenlerin gıcırtısı arasında koşarak banyoya gitti. Hep sevdiği gibi sabunu bolca köpürttü. Ellerini yıkadı. Kenarında lacivert iplikle M harfi işli keten havlusuna ellerini kuruladı. O banyodan çıkarken dedesi içeri girdi. Çocuk sofraya oturdu. Ninesi elinde, dumanı tüten tarhana kâsesi ile salona geldi. Yaz kış tarhana çorbası eksik olmazdı sofrada. Haziran gelince ninesi tarhana malzemelerini hazırlar, hamuru birkaç gün mayalar, temiz bezler üzerine serer ve kurumaya bırakırdı. Ev tarhanası hazırlanırken gündelik görevlerinden biriydi kurumaya başlayan hamurları ters yüz yapmak, ufalamak. Yağda kavrulmuş küçük ekmek parçalarının yüzdüğü bu leziz tarhanada onun da emeği vardı.

Mahalledeki pek çok komşunun yemeğini yemişti. Akranı olan evlere bazen yemeğe çağırırlardı, tıpkı, arkadaşlarının da onlarda misafir olması gibi. Ya da evde pişen yemeklerden komşu hakkı doğardı. Yapılanlardan komşular da nemalansın istenirdi. Dolu gelen tabak, boş gönderilmezdi. Hiçbirinin tadı, ninesinin yemeklerini geçemezdi. “Ailemizin kadınlarında yemek yapacak el var,” derdi ninesi. Göynük’ten Taraklı’ya gelin gelmişti. Mutfak marifeti, doğup büyüdüğü coğrafyadan hediyeydi.

KG__6384_resize

Göynük – Fotoğraf KorkutGökhan

Ninenin bakır maşrapalarda getirdiği ayranı içtiler cevizli eriştenin yanında. Birazdan yemekleri bitecek. Salonda cumbanın içine yerleştirilmiş sedire oturacaklar dede torun. Dede kahvesini içerken öyküler anlatacaktı torununa.

KG__6564_resize

Taraklı – Fotoğraf KorkutGökhan

Yemekle kahve arasında dede beş dakikalık şekerleme yaparken çocuk konağın üst katındaki odasından hiç çıkmayan annesini görmeye gidecek, buz kesmiş yemeklerle dolu tabaklarını mutfağa taşıyacaktı. Ağlamamayı öğrenmişti. Gözyaşlarının duruma etkisi yoktu.  Ne zaman odaya girse, camın önündeki koltukta ayaklarını altına almış otururken buluyordu annesini. Dönüp bakmıyordu bile çocuğa. Süklüm püklüm salona dönüyordu çocuk. Ninesi dantel örtü serilmiş gümüş tepside kahve ve lokum getiriyordu dedesine. Sedirin yanındaki sehpanın üzerine bırakıyordu kahve fincanını. Çocuk sehpanın aslan ayaklı bacaklarına konan sineği takip ediyordu gözleriyle. Yaşlı adam öykü anlatmaya başladığında, sineği unutacaktı.

Çok zaman önce, Çin’den yola çıkan kervanlar, Batı’ya ulaşıncaya kadar türlü maceralar atlatarak aylarca süren yolculuklar yaparmış. Bazen insanların, bazen de kervandaki hayvanların öldüğü talihsiz olaylar yaşarlarmış. Kervanın taşıdığı mallarda gözü olan eşkıyalara karşı durmak, en zorlu mücadeleymiş. Dondurucu kış soğuklarından bile tehlikeliymiş onlar. Ufak tefek zaiyâtla saldırıları atlatan kervanlar şanslıymış.

KG__6572AAaaa_resize

Taraklı – Fotoğraf KorkutGökhan

Yine bir gün, Orta Asya’dan yola çıkan bir kervan, türlü badireler atlatarak Taraklı’ya ulaşmış. Kervan kasabaya girdiğinde, sabah güneşi hanın camlarında parlıyormuş. Horozlar günün ilk ışıklarının müjdesini veriyor, kasabanın köpekleri, yattıkları yerden havlayarak develerin ve atların, karların arasında hapsolmuş toynak seslerini duyuruyormuş tüm kasabalıya. Rahatına düşkün esnaf, kervanın geldiği gün erkenden dükkânlarını açıyormuş. Hamam, sabun kokulu bembeyaz peştamallar ve sıcas su dolu mermer kurnalar, kervanın yorgun yolcularını bekliyormuş.

Kasabanın en güzel kızı, sabahın ilk ışıklarıyla kalkar, sobayı ateşlermiş. Akşamdan mayalanmaya bıraktığı ekmek somunlarını bahçedeki odun ateşinin içine koyar, kahvaltıyı hazırlamadan önce meydandaki çeşmeden bakraçları doldururmuş. Çeşme yolunda damlardan sarkan buzların, kara yansıyan kristal oyunlarını izlemeyi çok severmiş. Dönüşte ekmek somunları pişmiş olurmuş.

O sabah annesi ile babası uyanmışlar, duymaya alışık oldukları koşturan ayak sesleri doldurmuyormuş evin boşluklarını. Kahvaltı da hazır değilmiş daha her sabahki gibi. Merakla beklemeye başlamışlar. Güneş, kasabanın konaklarının damlarını aydınlatmaya başladığında eve dönmüş kızları. Yalnız değilmiş. Yanında, çekik gözlerinde gökyüzünün mavisi asılı, uzun boylu, yağız bir delikanlı varmış.

Delikanlı, anne ile babanın ellerini öpmüş. Önlerinde saygıyla eğilmiş. Birkaç seferdir kasabadan geçtiğini ve kızlarını gördüğünü, onunla evlenmek istediğini söylemiş.

Kervanın en gözü pek, çalışkan delikanlısı ile kasabanın en güzel kızı Taraklı sakinlerinin katıldığı gösterişli bir düğünle evlenmişler. Delikanlı küçük bir dükkân açmış. Altın kafeste gibi hissediyormuş kendini dükkânda. Müşteri olmadığında düşünceler alıyormuş delikanlıyı. Beyninin içindeki adam yeniden yollara düşmesi için onu kışkırtırken, yüreğinin içindeki tam tersine, güzel karısıyla kalması için ikna etmeye çalışıyormuş. Ama asıl onu gitmekten alıkoyan, karısının mutluluk ve heyecanla karnında taşıdığı bebekmiş.

IMG_8131_R

Taraklı – Fotoğraf PeymanÜnalsınGökhan

Günler haftaları, haftalar ayları takip etmiş. Soyunun güzelliğini devam ettirecek bir erkek bebek dünyaya getirmiş genç kadın. Adamın içindeki özgür ruhun ise, kafesin demirlerine tahammülü gittikçe azalıyormuş. Genç kadın bebeğiyle o kadar meşgulmüş ki, kocasının günden güne ışıltısını yitiren gözlerinin, solan ruhunun farkına varamamış.

Bir sabah Taraklı’nın üzerine doğan güneşe inat, karısı ile oğlunu, kayınvalidesi ile kayınpederine emanet edip, bir gün geri geleceği vaadiyle atına atlamış, kasabadan ayrılmış. O andan itibaren genç kadını ne bebeğinin varlığı ne de ona karşı sorumlulukları oyalayabilmiş. Konağın en üst katındaki, pencerelerinden kasaba ve civarını dört bir yandan gören odadan dışarı çıkmamış bir daha.

IMG_8345_R

Taraklı – Fotoğraf PeymanÜnalsınGökhan

Dedesi soluklanmak için hikâyeye ara vermişti. Yaşlı adamın, yağız delikanlı ile güzeller güzeli Çerkez kızı hakkında anlattıkları o kadar çeşitliydi ki, her seferinde küçük bir ara verir ve farklı bir sonla bitirirdi. Bu hikâyelerin bazısında genç kadının bebeği ile oynadığı oyunları anlatırken, bir diğerinin konusu delikanlının İpek Yolu’ndaki maceralı yolculuğu olurdu. İçlerinden çocuğu en mutlu kılanı ise delikanlının kasabaya, karısı ile çocuğuna döndüğünü anlattığı öyküydü.

Peyman Ünalsın Gökhan