İkide Bir 14-15 / Bir Son Duygusu

Babamın ameliyatı başarılı geçti. Ameliyattan bir gece önce yüreğimde bir sıkışmışlık duygusu ki derin offlarla içinden çıkabildim. Ameliyattan çıka babamın, ameliyata giren babamla aynı kişi olamama belirsizliği vardı ya, kendimi pozitif enerji yüklü bulutlar içine terk etmek için çabaladım durdum. Canım babam ‘ne ameliyatı? kim ameliyat olacak?’ gibi sorularla olayları kendinden bağımsız düşünüyordu. Bence narkoz alana kadar da farkında olamadı. O seksi önlüğü neden giydi, neden bileklerine beyaz, yeşil, morcivert bileklikleri taktılar, yoksa burası tatil köyü mü? soruları başı var, sonu yok cevaplarla karşılık bulmuştu belki de zihninde, kim bilir? Ah babam! Şimdi sen benim çocuğum oldun.

Ameliyat bitince doktorumuz aradı, her şey yolundaydı. Bir saate kadar odaya gelirdin. Geldin. Uyanık ama tam değil. Dilin biraz peltek. Sabırla bekledik. Bir kutunun kurdelesini çözüp içinden çıkacak olanı merakla beklercesine bekledik konuşmanı, bize bakışını. Sonra baktın. Biraz yorgunca güldün. ‘Babacım, nasılsın?’ ‘İyiyim,’ dedin. Aradan geçen zaman, yarı uyku hâli, ağrın var mı sorusuna verilen ‘yok’ cevabı. Murat Hoca hemşireye ‘O eski topraktır. Ağrım yok der ama olmaması mümkün değil. Siz ağrı kesici de verin,’ derken doğru bildi. Hiç ağrın olmadı. Kasığındaki koca kum torbasına rağmen. Sonra o da gitti. Çorba ve hoşaf geldi. Hoşaf bildiğin su. Rengi bile yok. ‘Mmmm, çok güzel,’ diye diye yedin. Şekerli tadını sevdin zaar. Seversin tatlıyı. Severiz tatlıyı. Ben lisedeyim, kardeşim daha ilk okul son yıllarında. Yaz akşamları, Canımız tatlı çeker. Üşenmeyiz, evde malzeme varsa un helvası, irmik helvası yapar yeriz. Gece 11.00 – 12.00. Fark etmez. Kimse ay bu saatte yenmez, kilo yapar demezdi. Ne annem, ne sen. Kardeşimle ben zaten dünden razı. Malzeme yoksa tabana kuvvet, Akatlar’dan Etiler’e yürüyüp Venüs Pastanesi’nden tavuk göğsü, kazandibi, canımız hangisini çekerse alır, yürüyerek eve dönerdik. Balkonda tatlı ziyafeti. Ne şahane zamanlardı. hangimiz derdik ki sen, Akatlar’dan Levent’e yürüyerek gidip gelen, bütün gün matbaada ayakta oradan oraya koşturan, her bir makinanın derdinden anlayan, boyalara mucizeler yarattıran adam şimdi böyle… ‘Her şey biz insanlar için’ sözüne anlam veremem. Neden bizim için? Babamın yürüyememesinin, birilerinin odalarının elektriğini teker teker kapatmasının babama ne faydası var ki! Neden bunlar ‘babam için’ olsun? Evet çok severek içti hoşafı, şekerli suyu 🙂 Yarasın babam!

Bugün bomba gibi. Taburcu oldu. Önümüzdeki iki ay biraz sıkıntı. Ömür billah peklik çekmiş bir adamın iki ay kendini zorlamaması lâzım. Bingo! Başaracağız babam!

*************************************************************

Neslihan sen de aramıza katılsana dediğinde yeni doğmuş ürkek kedi yavrusu gibi önce sindim. Sonra yavaş yavaş kendime güvenim geldi, silkelendim şöyle bir, tüylerimi kabarttım. Neredeyse üç senedir dokunmadığım bloguma çekinerek sokuldum. ‘Küsmedin bana, değil mi?’ ‘Hoşgeldin,’ diyen soğuk bir ses. ‘Döndüm, biraz burada olmak, senin bana sunduğun o bana benim kadar yakın güzel bakan insanlarla ortak bir dünyada buluşmak istiyorum. Sıkıntılarım var, ülkeden yana. Uzaklaşmak, dertlerimi sağaltmak, sarılabileceğim duygudaşlarla dertleşmek, başka diyârlara gitmek, Luna’da Neslihan ile dolunayın aydınlattığı denizde yakamozları yakalamak, bitkilerle yeniden yeşermek, Leylak Dalı ile Ankara’yı keşfetmek, Özge ile sanata dokunmak, Leylan ile görmeyi çok istediğim Chicago’nun havasını koklamak… Ve diğer tüm İkide Bir yazarları… Gecemi aydınlatan dolunay oldunuz!

Ben de bir şiirle bu seriye son yazımı noktalayayım. Kenar süsü olduğumuz hayatta kendi sayfalarımızın başrol oyuncularıyız. Perde kapanana kadar…

KENAR SÜSÜ

Kâğıt hışırtılarının keskinleştirdiği

sessizlikte

Arka fon olmaya mahkûm

şarkılara bir anlam arıyorsun

Nafile

Ne bir şey hatırlattıkları

var ne de unutturdukları

Çiğnenmekten yavanlaşmış

sakız tadındalar

Ne bir şey hatırladığın

var ne de unuttuğun

Çocukken kenar süsü yapardın

böylesi zamanlarda

Hayatın bitmeyen dersler

Mekânın kıskıvrak sınıflar

Zamanın çamaşır ipinde

unutulmuş ve tozla yaprakla

kirlenmiş bir atlet olduğu

yıllarda

Giderek kenar süsü

hayatın, varlığın bir şeylerin had çizgisi

Üzerine yazılanlara aldırmadığın

Birbirine söz, birlikte yol olmuşların

ayrı yönlere gidebildiği sayfalar bunlar

Yarım kalmış satırlar toplamı

Bitmeyecek hikâyelere

inanmıştın sen, ezel ebed

denilene

Sonrası çok fazla üç nokta

Küfretsen durum tasviri olacak

Yeni kelimelere tahvil edilesi bir nefes içinde

bilinmedik bir ünlem

Hiçbirini bulmaya mecalin yok

O yüzden aldırmıyorsun ya artık

gelenin gidenin kendince çiziktirmesine

Kenar süsü olarak durduğun

sayfasında hayatın

Elinde bir o duruş

kaldı ne zamandır

Kimselere dokundurmadığın

“Kenarına iliştim” diyorsun hayata

Gülümsüyorsun kaldırımda oturup bakarken

sabah akşam koşturanlara

Telaş yok artık, her şey yeterince geç

‘Geç bi kalem’lik geç

Zaman rüyalardaki gibi koyu akışkanlıkta

Öylece durmaya

Kenarına iliştim sonunda ey hayat

Yamacına en güzel kenar süsü

olmaya

Karin Karakaşlı

İkide Bir 13 / Genç Aslanım Cannes Young Lions’daydı

Küçük oğlumuz Emre, küçük dediğime bakmayın yirmi iki yaşında, Bahçeşehir Üniversitesi’nde reklamcılık okuyor. Üçüncü sınıfı bitirdi. Geçen yaz stajını global bir ajansta yaptı. Bir aylık staj süresi dolunca, direktörleri de ondan memnun kalınca uzun dönem stajyer olarak ajansta kaldı. Ajans müşterilerinin reklam kampanyalarında copy writer olarak onun da imzası yer aldı.

Mart ayında reklamcılık sektörünün kreatif alanda yapılan en büyük yarışmalarından biri olan Cannes Lions’ın Genç kategorisinde Print dalında, bir iş arkadaşıyla ekip olarak ajanslarını temsilen yarışmaya katıldı. Aynı dalda yarışan kırkın üzerinde yarışmacıyı geride bırakarak birinci geldiler ve ajanslarını Cannes’da temsil etmeye hak kazandılar.

Ailece çok heyecanlandık. Emre’nin schengen vizesi var. Ama ekip arkadaşı maalesef red yedi. Çocukcağızın bütün hevesi kursağında kaldı. Emre’nin biraz modu değişti tabii. Nasıl değişmesin? Onlar bir ekipti, aralarında belli bir uyum oluşmuştu. Haziran’da Cannes’da da performanslarını en üst seviyede tutarak ortak bir proje hazırlayacaklardı. Vize gençlere engel olmuştu. Emre seyahate çıkarken biraz buruktu. Anne baba olarak telkin etmeye çalıştık. Profesyonel düşünüp ona göre davranmasını tavsiye ettik. Günü geldi. Emre Cannes’da çeşitli kategorilerde Türkiye’yi temsil edecek bir ekiple yola çıktı.

Network, öğrenme, eğlence, gelişim, vizyon… Çok yönlü bir eğitim parkurunda kendine çok değer kattı.

Geçtiğimiz hafta brief alıp bir günde projeyi hazırlayıp sundular. Cuma günü de sonuçlar açıklandı. “Yalan olduk,” diye mesaj attı. Hemen cevap yazdık. Orada olan kaç tane 3.sınıf öğrencisi var? Kaç yaşındasın?

Cannes’da yarışan tek 22 yaşındaki genç kuvvetle muhtemel bizim oğlumuzdu. Okulu bitirmesine daha bir yılı var. Ve iş dünyasında birinci senesi dolmadan Cannes’da olmaya hak kazandı. Kendisi için büyük şans, fırsat, altın madalya alamasalar da altın zenginliğinde bir deneyim. Bizim için büyük gurur.

Projeleri oldukça anlamlı ve yaptıkları iş de çok kreatifti bence. Arıların yok olmasına bağlı doğanın kendini yenilemesi ve çoğalmasının durmasıyla ilgili sosyal bilinci uyandıracak bir kampanya hazırladılar.

Evet ödül alamadılar. Ama Cannes’da reklam sektörünün kırmızı halısında yürüdüler. Bu ilk halı olabilir ama daha niceleri önlerinde uzanacaktır. Kim bilir belki günün birinde bu halılardan biri sihirli nefesle üflenmişçesine havalanıp lâyık olduğu sarp tepelere onu ulaştıracak.

Yolun açık olsun evlat! Seninle gurur duyuyoruz.