Babamın ameliyatı başarılı geçti. Ameliyattan bir gece önce yüreğimde bir sıkışmışlık duygusu ki derin offlarla içinden çıkabildim. Ameliyattan çıka babamın, ameliyata giren babamla aynı kişi olamama belirsizliği vardı ya, kendimi pozitif enerji yüklü bulutlar içine terk etmek için çabaladım durdum. Canım babam ‘ne ameliyatı? kim ameliyat olacak?’ gibi sorularla olayları kendinden bağımsız düşünüyordu. Bence narkoz alana kadar da farkında olamadı. O seksi önlüğü neden giydi, neden bileklerine beyaz, yeşil, morcivert bileklikleri taktılar, yoksa burası tatil köyü mü? soruları başı var, sonu yok cevaplarla karşılık bulmuştu belki de zihninde, kim bilir? Ah babam! Şimdi sen benim çocuğum oldun.
Ameliyat bitince doktorumuz aradı, her şey yolundaydı. Bir saate kadar odaya gelirdin. Geldin. Uyanık ama tam değil. Dilin biraz peltek. Sabırla bekledik. Bir kutunun kurdelesini çözüp içinden çıkacak olanı merakla beklercesine bekledik konuşmanı, bize bakışını. Sonra baktın. Biraz yorgunca güldün. ‘Babacım, nasılsın?’ ‘İyiyim,’ dedin. Aradan geçen zaman, yarı uyku hâli, ağrın var mı sorusuna verilen ‘yok’ cevabı. Murat Hoca hemşireye ‘O eski topraktır. Ağrım yok der ama olmaması mümkün değil. Siz ağrı kesici de verin,’ derken doğru bildi. Hiç ağrın olmadı. Kasığındaki koca kum torbasına rağmen. Sonra o da gitti. Çorba ve hoşaf geldi. Hoşaf bildiğin su. Rengi bile yok. ‘Mmmm, çok güzel,’ diye diye yedin. Şekerli tadını sevdin zaar. Seversin tatlıyı. Severiz tatlıyı. Ben lisedeyim, kardeşim daha ilk okul son yıllarında. Yaz akşamları, Canımız tatlı çeker. Üşenmeyiz, evde malzeme varsa un helvası, irmik helvası yapar yeriz. Gece 11.00 – 12.00. Fark etmez. Kimse ay bu saatte yenmez, kilo yapar demezdi. Ne annem, ne sen. Kardeşimle ben zaten dünden razı. Malzeme yoksa tabana kuvvet, Akatlar’dan Etiler’e yürüyüp Venüs Pastanesi’nden tavuk göğsü, kazandibi, canımız hangisini çekerse alır, yürüyerek eve dönerdik. Balkonda tatlı ziyafeti. Ne şahane zamanlardı. hangimiz derdik ki sen, Akatlar’dan Levent’e yürüyerek gidip gelen, bütün gün matbaada ayakta oradan oraya koşturan, her bir makinanın derdinden anlayan, boyalara mucizeler yarattıran adam şimdi böyle… ‘Her şey biz insanlar için’ sözüne anlam veremem. Neden bizim için? Babamın yürüyememesinin, birilerinin odalarının elektriğini teker teker kapatmasının babama ne faydası var ki! Neden bunlar ‘babam için’ olsun? Evet çok severek içti hoşafı, şekerli suyu 🙂 Yarasın babam!
Bugün bomba gibi. Taburcu oldu. Önümüzdeki iki ay biraz sıkıntı. Ömür billah peklik çekmiş bir adamın iki ay kendini zorlamaması lâzım. Bingo! Başaracağız babam!
*************************************************************
Neslihan sen de aramıza katılsana dediğinde yeni doğmuş ürkek kedi yavrusu gibi önce sindim. Sonra yavaş yavaş kendime güvenim geldi, silkelendim şöyle bir, tüylerimi kabarttım. Neredeyse üç senedir dokunmadığım bloguma çekinerek sokuldum. ‘Küsmedin bana, değil mi?’ ‘Hoşgeldin,’ diyen soğuk bir ses. ‘Döndüm, biraz burada olmak, senin bana sunduğun o bana benim kadar yakın güzel bakan insanlarla ortak bir dünyada buluşmak istiyorum. Sıkıntılarım var, ülkeden yana. Uzaklaşmak, dertlerimi sağaltmak, sarılabileceğim duygudaşlarla dertleşmek, başka diyârlara gitmek, Luna’da Neslihan ile dolunayın aydınlattığı denizde yakamozları yakalamak, bitkilerle yeniden yeşermek, Leylak Dalı ile Ankara’yı keşfetmek, Özge ile sanata dokunmak, Leylan ile görmeyi çok istediğim Chicago’nun havasını koklamak… Ve diğer tüm İkide Bir yazarları… Gecemi aydınlatan dolunay oldunuz!
Ben de bir şiirle bu seriye son yazımı noktalayayım. Kenar süsü olduğumuz hayatta kendi sayfalarımızın başrol oyuncularıyız. Perde kapanana kadar…
KENAR SÜSÜ
Kâğıt hışırtılarının keskinleştirdiği
sessizlikte
Arka fon olmaya mahkûm
şarkılara bir anlam arıyorsun
Nafile
Ne bir şey hatırlattıkları
var ne de unutturdukları
Çiğnenmekten yavanlaşmış
sakız tadındalar
Ne bir şey hatırladığın
var ne de unuttuğun
Çocukken kenar süsü yapardın
böylesi zamanlarda
Hayatın bitmeyen dersler
Mekânın kıskıvrak sınıflar
Zamanın çamaşır ipinde
unutulmuş ve tozla yaprakla
kirlenmiş bir atlet olduğu
yıllarda
Giderek kenar süsü
hayatın, varlığın bir şeylerin had çizgisi
Üzerine yazılanlara aldırmadığın
Birbirine söz, birlikte yol olmuşların
ayrı yönlere gidebildiği sayfalar bunlar
Yarım kalmış satırlar toplamı
Bitmeyecek hikâyelere
inanmıştın sen, ezel ebed
denilene
Sonrası çok fazla üç nokta
Küfretsen durum tasviri olacak
Yeni kelimelere tahvil edilesi bir nefes içinde
bilinmedik bir ünlem
Hiçbirini bulmaya mecalin yok
O yüzden aldırmıyorsun ya artık
gelenin gidenin kendince çiziktirmesine
Kenar süsü olarak durduğun
sayfasında hayatın
Elinde bir o duruş
kaldı ne zamandır
Kimselere dokundurmadığın
“Kenarına iliştim” diyorsun hayata
Gülümsüyorsun kaldırımda oturup bakarken
sabah akşam koşturanlara
Telaş yok artık, her şey yeterince geç
‘Geç bi kalem’lik geç
Zaman rüyalardaki gibi koyu akışkanlıkta
Öylece durmaya
Kenarına iliştim sonunda ey hayat
Yamacına en güzel kenar süsü
olmaya
Karin Karakaşlı
