Tomris Uyar’ın sekiz öyküden oluşan kitabı hayatın içinde yitip giden insanlık hallerini anlatıyor. Cana tak ettiren fakirlikle mücadele eden, biraz para için gözünü bile kırpmadan can alabilen bir karakter… Despotluģu ile tanınan, askeri disipline alışkın ama bununla da toplumda dışlanan emekli albay… Metazori evlilikle hayatı kararan ve gerçek aşkı arayan Aydın… Kocasının ailesi tarafından onay görmemiş bir kadın ve hayatını bu reddedilişin gölgesinde geçiren Feride Hanım’la Behçet Bey… Bir yastıkta kocama kısmetine erememiş, ayrı şehirlerde özlemle yaşama savaşı veren Şermin ile Orhan… Gönlünden, yatağından koparıp atsa da hayatından tamamen çıkaramadığı eski eşinin sırtına yüklenen dertleri ile boğuşan Müzeyyen Hanım… Yalnız hayatını, evinin bir odasını kiraya verdiği ünlü yönetmen kiracısıyla yaptığı diyaloglarla süsleyen Meliha Hanım… ölüm döşeğinde emektar yardımcısı ile sessiz diyaloglar kuran Hanım… Farklı karakterler, farklı hayatlar… Sokakta yanımızdan geçen insanlar ve kendilerinde gizli yaşam öyküleri…
Yazar: Avare Balon
KUMLARIN KADINI – Kobo Abe
2019’un beş ayı bitti bile nerdeyse. Bu sene okuduğum kitaplar konusunda biraz ihmalkarlık yaptım, farkindayim. Ben de hızlıca onlara yer vereyim, gücenmesinler dedim. Yılın ilk kitabı, ilk defa okuduğum Japon yazar Kobo Abe’nin Kumların Kadını. Cumpei Niki böcek avına çıkmak için işten izin alır. Kumluk arazide yolunu kaybeder. Her an kumların altında kalma tehlikesiyle yüz yüze bir köy evinde, kocasının ölümünden sonra tek başına yaşayan bir kadının evinde misafir olur. Bu planlanmadık misafirlik beklenmediği kadar uzundur. Hiç umulmadık sürprizlerle karşılar hayat bazen bizi. Ve kabullenmekte zorlandığımız olayları kanıksamak zorunda kalabiliriz. Mantık her zaman bir çıkış yolu gösterir. Ve bilimdedir bazen kurtuluş yolu.
Kitap ayrıca Japon yönetmen Hiroshi Teshigahara tarafından 1964 yılında sinemaya uyarlanmış. En az kitap kadar seyirciyi, Cumpei Niki’nin çaresiz direnişleriyle sarsan bir film. Cannes jüri özel ödülünün de sahibi.
MAVİ GEZEGEN
Bugün güzel ve özel bir gün.
Bugünün güzelliği, sadece cuma olmasından kaynaklanmıyor.
Bugünün güzelliği de, özelliği de hayatımı sırt sırta, omuz omuza, el ele geçirmekten keyif aldığım, gururlandığım sevgili eşimin kişisel fotoğraf sergisini açtığımız gün olmasında yatıyor.
Ortaokul yıllarında başlamış deklanşöre basmaya. O gün bugündür de bu hobisinden hiç vazgeçmemiş. Birbirimizi bulduğumuzda, beni de daha bilinçli, daha iyi gören, hisseden bir fotoğraf sevdalısı haline getiren değerli eşimdir.
Evde bir sürü harici bellek içinde binlerce fotoğraf, ara ara açılıp izlenmeyi bekliyordu. “Hadi sana bir sergi açalım,” diye başlayan sohbetimiz CKM (Caddebostan Kültür Merkezi)’de nihayete erdi.
Sergide yer alacak fotoğraflarla ilgili çok değerli ağabeyimiz Mahir Vardar ile fikir teatisinde bulunurken, kendisinden “Peyman da fotoğrafların altına minik yazılar yazsın” fikri doğdu.
Fotoğrafları seçtik. Yazıları yazdık. Tam da CKM’deki sergi alanını hazırlayacağımız günün sabahında, dün değerli Ara Güler’in ölüm haberini aldık. Duygulandık. Hem de çok. Böylesine büyük bir fotoğraf üstadının vefatı bizi derinden etkilemişti. Ve tabii o günün anlamı bizim için çok büyüktü. Biz de sergiyi hazırlıyorduk. Kimileri için hayatın bitişi, bir başkaları için doğuşu oluyor.
Mavi Gezegen, hayata attığımız en nadide imzalardan biri.
Sergide yer alan birkaç fotoğrafı sizlerle de paylaşmak istedim. 25 Ekim’e kadar Caddebostan Kültür Merkezi’nde sergiyi ziyaret edebilirsiniz.
Meydanı bekleyen bir grup insanız sadece. Güvercinler kadar bile özgür olamayan.
Suretlerimiz yansıyacak suya. Bir damla yağmur düşerse silineceğinden korkarım.
Şehrin karmaşasında, birbirine teğet geçen hayatlar bizimkisi…
Dedemin anlattığı deniz hikayeleri ile büyüdüm. Ondandır, içinden deniz geçmeyen şehirlerle barışık olmayışım.
Şimdi önüme bir de sardalya atarlar. Değmeyin keyfime!
Bir gün insan gücüne ihtiyaç duymayan fabrikalar, robotik sistemlerin tıngırtısı içinde boğulacak.
Ressamın işi bittiğinde, tuvalde bir genç kız yüzü görmeyi ümit ediyordu kırmızı şapkalı kadın.
Sıcak bir hoşgeldinle karşılar sevdiklerini. Çünkü eve dönmek hep çok güzeldir.
Biz şehri gözlerken, üzerimize dikilmiş gözlerden bihaberdik.
Hayat bir tiyatro sahnesi. Bizler de anonim oyuncularız.
Biteviye hayatların uzak ihtimalleri üzerinde takılıp kalmıştı düşünceleri.
Şehir mi daha dinamik, insanları mı?
Ne Okuyorum
Portakal ve mandalina ağaçlarının gölgesinde, meyvelerinin kokusunu bastıran melisa çiçeğinin kokusunu içime çekerek okudum bu güzel beş öyküyü. İyiden iyiye serinleyen akşam saatlerinin nemiyle değil, öykülerin verdiği duygu yoğunluğu ile titredim.
Gidenler, gitmeyi beceremeyenler, ayrılıklar, sevgiyi içinde yaşayanlar, merdümgirizler, konuşamayanlar, kaçanların duygularıyla örülmüş “yuva” üzerine kurulu harika öyküler. Melisa Kesmez’in hayatın içinde biriktirdiklerini, Tanrı vergisi yeteneği ve azminin başarılı sonucu olarak beni derinden etkileyen cümlelerinde yaşıyorum. Bir sonra ki kitabını şimdiden sabırsızlıkla bekliyorum.
#bizimbuyukchallengeimiz için çok sevdiğim bir yazarın henüz (uzak henüz değil. Ama doğru, kendisi çok sevdiğim bir yazardır) okumadığım kitabı kategorisine yerleştiriyorum.
Peyman Ünalsın Gökhan
Ne Okuyorum
Kavuşamadığı çocukluk aşkı Annabel’in yerine ergenlik çağındaki Dolores’i yerleştiren orta yaşlı Humbert’ın erotik serüveni.
Okurken hafif tiksintiyle, tavırlı yaklaştığım Humbert’ı ’97 yılında sinemaya aktarıldığında canlandıran Jeremy Irons ile kafamda farklı bir noktaya koymaya çalıştım. Geçmişe hapsolmuş Humbert’ı çocuksu seksiliği, bakışlarıyla, canlılığıyla tavlayan Dolores de çoğu zaman gözümdeki masumluğunu yitirse de içimde ona karşı hep acıma oldu.
’62 yılındaki film uyarlamasını ise tamamen Nabokov’un bu sansasyonel eserine bir anlamda sahip olmak gibi nitelendirdim. Çünkü çevrildiği dönemdeki ahlaki değerlerle, erotiğe bakış açısının muhafazakarlığında sıkışmış kalmış, bu sebepten de kitabın aktardığı konuyu layıkıyla film perdesine yansıtamamış.
#bizimbuyukchallengeimiz için 26.madde olan uyarlama filmini merak ettiğim kitap olarak okudum.
Peyman Ünalsın Gökhan
Ne Okuyorum
Daha güzel bir dünyaya kavuşmak ütopik olmamalı. Insanlar üzerine düşeni yapsalar, yaşanabilir her alanı sahiplenseler hayallerimizdeki dünyaya kavuşmak o kadar da zor olmaz. Yeryüzünde yaşayan diğer canlıları sevip korusalar, tarihine saygı duyup mirası yaşatmayı ilke edinseler daha güzel bir dünyada yaşamak hayal olmaktan çıkar.
Arkeolog Francesco Orsini, bir konferans için kendisini Türkiye’ye davet eden mimar Hanzade Kayı ile daha güzel bir dünyaya kavuşmanın kurallarını içeren bir kitabın peşine düşerler. Kitap bir Hitit kraliçesi ve bir keşiş tarafından yazılmıştır. Kitabın peşine düşen Profesör Orsini ve Hanzade Kayı, Türkiye’nin hıristiyanlık alemi için Hac yolu niteliğindeki şehirlerini ve tarihi mekanlarını ziyaret ederler. Türk mutfağının enfes tatlarını, müziklerini, tarihini, dünyaca ünlü koro şefi Stefano Mazzoleni’nin bu ilk romanında okuyabilirsiniz.
Bu kitap benim için duble keyifli oldu. Çünkü hem Türkiyemin güzelliklerinden bahsediyor hem de sevgili okuldaşım, arkadaşım Meltem Tosun’un çevirisi ile yayınlandı. Bu sebeple de #bizimbuyukchallengeimiz ın 32.maddesi olan çevirmenini çok sevdiğiniz kitabı sahipleniyor.
GÜN BATIMI
Yaradanın insanoğluna hediyesi gün batımları. Yaşam döngüsü ince hesaplarla oluşturulmuş doğanın geri kalanı gibi. Güneşin doğuşu ve batışı hayranlık uyandıracak kadar teatral. Dünyanın en şık dekorlarından biri… Şiirsel… Gözlerimize ziyafet, ruhlarımıza esenlik katıyor. Kerem’in Aslı’ya hayranlığı gibi hayran insanoğlu güneşin doğuşuna da, batışına da. Aşkların tazelendiği, gönüllerin pır pır ettiği saatler.
Güneşin doğuşu, yeni bir günün habercisi, bizi bekleyen sürprizlerin sırdaşı. “Bekle de gör sana sunacağım günden payına düşenleri” der gibi selam verir bizlere. Günün neleri barındırdığını görmek için sabırsızlanırız. Sonra da onu umursamazca harcar geçeriz. Yarına uyanacağımız garantiymiş gibi. “Bitsin artık bugün, çok uzadı” serzenişleriyle tüketiriz.
Gün batımı da bir başka törendir aslında. Yine gözlerimizi bir başka güzellikle dağlayan. Hızla yitip giderken dağların ardında, denizin ötesinde şükretmeyi unuturuz; bir günü daha yaşamış olmanın ne büyük bir ödül olduğuna, o gün içinde yaşadığımız güzelliklere, günü sağlıkla bitirdiğimize, yaşamak için gerekli kazancımıza, sevdiklerimizin o saatte hâlâ yanımızda olduklarına.
Gün batımında en güzel şarkılar mırıldanılır, şiirler yazılır, buğulu seslerle sevgiliye okunur en içli aşk şiirleri. Ya da sevgilinle yazarsın muhteşem sözleri, müzikleri, senaryoları. O dekorun içinde erir gidersin. Kalbinde ilk aşk günündeki heyecanla, en derin sevginle, içinde uçuşan binlerce mutlu kelebekle.
Bazen bir ilk olur hayatında gün doğuşunu da, batışını da izlemek. Ömründe en az bir kere olsun o muhteşem sahneyi görmek için erkenden kalkarsın. Veya başındaki onlarca meşguliyetten sıyrılıp, gün batımına koşarsın. Elin sevgilinin elinde. Gözün saatte. Son altı dakika kalmışsa hele, daha önce hiç kimseyle paylaşmadığın o eşsiz güzelliği birlikte görmek için telaş edersin. Çıkarır atarsın üzerindekileri parçalarcasına. Terliklerin kumun üzerinde bir yerlere savrulur. Dalgaların ötesinde bir görünüp bir yok olan güneşe kitlenmiş gözlerinle ellerin sevgilinin elinde koşarsın denizin içinde. Ne vücudunu döven dalgalar, ne de dalgaların şekilsizleştirdiği kumlar size mâni olabilir. Sanki mavi mermer üzerinde yürür gibi kayar gidersiniz. Gözünüzü dalgaların arasına saklanan güneşten ayırmadan, tamamen yok oluncaya kadar izlersiniz. Birbirinizin kollarında, dudak dudağa… Poseidon’dan Helios’a bir selam, bir ayin olur size sunulan. Hiç dile getirmezsiniz, ama o anın değeri kendi içinde saklıdır. Daha önce paylaşılmamış bir zaman dilimi. Sadece ikinize ait. Tanrıların size bahşettiği; çünkü denizi bile kimseyle paylaşmazsınız o ayin esnasında. Yalnızca sen ve sevgilin.
Batan güneşin kızılı, turuncusu, sarısı, moru ile yıkanırsınız. Güneş yanığı tenleriniz, şeffaf suyun altında o büyüleyici renklere bulanır. Deniz bakır çalmış sedefli bir jöle gibidir şimdi. Gündüz ki mavisinden, laciverdinden eser yoktur o saatte. Yapay bir havuzda sanırsınız kendinizi. Ressamın paletinden taşan gün batımı renklerinin ortasında birer siluet olursunuz. Biraz sonra güler yüzlü bir yunus yanınızda belirir, suyun üzerinde takla atar ve sizi sırtına aldığı gibi aşk ülkesine, huzur ve mutluluk şehrine götürür. Ve orada, sevginizi büyüterek ebediyen yaşarsınız.
Peyman Ünalsın Gökhan